VatanTr
Daha Kaliteli Bir Forum İçin Üye Olun...


10.sınıf bütün konuları özetleridir Uyeol-1

VatanTr
Daha Kaliteli Bir Forum İçin Üye Olun...


10.sınıf bütün konuları özetleridir Uyeol-1

VatanTr
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 10.sınıf bütün konuları özetleridir

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
S€D@T
Yönetici
Yönetici
S€D@T


Mesaj Sayısı : 317
Zodyak Kova
çin astrolojisi Yavru Köpek
Doğum tarihi : 22/01/96
Kayıt tarihi : 13/04/09
Yaş : 28
Nerden : İstanbul

10.sınıf bütün konuları özetleridir Empty
MesajKonu: 10.sınıf bütün konuları özetleridir   10.sınıf bütün konuları özetleridir Icon_minitimePaz 20 Ara. 2009, 18:11

Edebiyat tarihi

Edebiyat tarihi, medeniyet tarihinin en önemli kısmıdır. Bir milletin
uzun asırlar esnasında geçirdiği fikrî ve hissî gelişmeyi belirten
bütün kalem ürünlerini inceleme ile onun manevi hayatını, gerçekte
olduğu gibi tasvire çalışır.
Bir milletin edebiyatı, millî ruhu ve millî hayatı göstermek için en
samimi bir ayna sayılabilir. "Bir millet, hayatı nasıl görüyor? Nasıl
düşünüyor? Nasıl hissediyor?" Biz, bunu en doğru ve en canlı olarak o
milletin fikir ve kalem ürünlerinde bulabiliriz.
Edebiyat, toplumun bir kurumu olmasından dolayı, kendisini meydana
getiren toplumun diğer kurumlarıyla bağlı ve onlarla ahenklidir.
Hakikaten, bir milletin coğrafi çevresiyle, sonra iktisadi, dinî,
hukuki, ahlâkî, bedii, siyasi hayatıyla edebiyatı arasındaki
bağlantılar çok açıktır.
Geçmiş zamanlara ait bir edebî eseri layıkıyla ve tarihî manâsıyla
anlamak için, önce o devrin genel hayatını, yaşayış ve düşünüş
tarzlarını, o devir insanlarının hayat ve evren hakkında neler
bildiklerini öğrenmemiz gerekir. Demek oluyor ki edebiyat tarihi, bir
milletin coğrafi çevresini, din, hukuk, ahlak, iktisat, güzel sanatlar
gibi kurumlarını ve siyasi hayatını genel yapısıyla gösteren medeniyet
tarihinin ya da genel ve yaygın anlamıyla "tarih"in çerçevesi içinde
incelenmelidir. Filoloji yani "Lisaniyat" ve tarih üzerine dayanmadan
edebiyat tarihi meydana getirilemez.
Bir "şaheser"i incelemedeki amacımız, o milletin edebî gelişmesini
gereği gibi ve doğru olarak anlamak içindir. Çünkü bir "şaheser",
neticede mutlaka "toplumsal bir ülkünün ifadesidir."
Dâhiler, mensup oldukları toplumun bugünkü veya gelecekteki bir
ülküsünü başarıyla temsil eden insanlar olmak bakımındandır ki edebiyat
tarihinde başlıca hedef olurlar.

Edebiyat tarihi, medeniyet tarihinin en önemli kısmıdır. Bir milletin
uzun asırlar esnasında geçirdiği fikrî ve hissî gelişmeyi belirten
bütün kalem ürünlerini inceleme ile onun manevi hayatını, gerçekte
olduğu gibi tasvire çalışır.
Bir milletin edebiyatı, millî ruhu ve millî hayatı göstermek için en
samimi bir ayna sayılabilir. "Bir millet, hayatı nasıl görüyor? Nasıl
düşünüyor? Nasıl hissediyor?" Biz, bunu en doğru ve en canlı olarak o
milletin fikir ve kalem ürünlerinde bulabiliriz.
Edebiyat, toplumun bir kurumu olmasından dolayı, kendisini meydana
getiren toplumun diğer kurumlarıyla bağlı ve onlarla ahenklidir.
Hakikaten, bir milletin coğrafi çevresiyle, sonra iktisadi, dinî,
hukuki, ahlâkî, bedii, siyasi hayatıyla edebiyatı arasındaki
bağlantılar çok açıktır.
Geçmiş zamanlara ait bir edebî eseri layıkıyla ve tarihî manâsıyla
anlamak için, önce o devrin genel hayatını, yaşayış ve düşünüş
tarzlarını, o devir insanlarının hayat ve evren hakkında neler
bildiklerini öğrenmemiz gerekir. Demek oluyor ki edebiyat tarihi, bir
milletin coğrafi çevresini, din, hukuk, ahlak, iktisat, güzel sanatlar
gibi kurumlarını ve siyasi hayatını genel yapısıyla gösteren medeniyet
tarihinin ya da genel ve yaygın anlamıyla "tarih"in çerçevesi içinde
incelenmelidir. Filoloji yani "Lisaniyat" ve tarih üzerine dayanmadan
edebiyat tarihi meydana getirilemez.
Bir "şaheser"i incelemedeki amacımız, o milletin edebî gelişmesini
gereği gibi ve doğru olarak anlamak içindir. Çünkü bir "şaheser",
neticede mutlaka "toplumsal bir ülkünün ifadesidir."
Dâhiler, mensup oldukları toplumun bugünkü veya gelecekteki bir
ülküsünü başarıyla temsil eden insanlar olmak bakımındandır ki edebiyat
tarihinde başlıca hedef olurlar.


KÜL TİGİN YAZITI
Ben Tanrı gibi gökte doğmuş Türk Bilge Kağan, şimdi tahtıma oturdum.
Sözlerimi sonuna kadar işit, bütün küçük kardeşlerim, yeğenlerim,
oğullarım, bütün soyum, milletim, sağdaki şadagıt beyler, soldaki
tarkanlar, buyruk beyleri Otuz-Tatar, Dokuz Oğuz beyleri, bu sözlerimi
iyice işit, dikkatle dinle:
Doğudan gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına,
kuzeyde gece ortasına doğru bu çevre içindeki bulunanlar hep bana
tabidir.
Üstte mavi gök, altta kara yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu
yaratılmış. İnsanoğlu üzerine de atalarım Bumin Kağan, İstemi Kağan
tahta oturmuşlar; tahta oturarak Türk milletinin ülkesini, töresini
kurmuşlar, düzenlemişler. Dört yön hep düşmanmış, asker yollayıp dört
yöndeki milletleri, hep egemenliği altına almış, hep itaatli kılmışlar.
Doğuda Kadırkan ormanına, batıda Demirkapı'ya kadar yerleştirmişler.
Bilgili kağanlarmış, yiğit kağanlarmış.
İçi aşsız, dışı elbisesiz, zayıf, zavallı millet üzerine kağan oldum.
Küçük kardeşim Kül Tigin'le sözleştik: Babamızın, amcamızın kazandığı
milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım,
gündüz oturmadım, kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile ölesiye bitesiyle
çalıştım... Ondan sonra, Tanrı yardım ettiği için, ölecek milleti
dirilttim, çıplak milleti giydirdim, yoksul milleti zengin ettim, az
milleti çok ettim. Başka ülkeli, başka kağanlı milletlerden daha iyi
kıldım.
Bütün bu yazıları ben, Kül Tigin'in yeğeni Yolığ Tigin yazdım.
AÇIKLAMALAR
Dikili taşlar üzerine yazılmış bulunan bu yazıtlarda Doğu Göktürklerin
tarihi anlatılmıştır. Bu yazıtların kazılı bulunduğu taşlar Orhun
ırmağının eski yatağına dikildikleri için Orhun Anıtları diye
anılırlar. Bu anıtlar 18. yüzyıl ortalarına doğru bulunmuş,
üzerlerindeki yazılar da 19. yüzyıl sonunda Danimarkalı bilim adamı
Thomson tarafından okunmuştur.
Okuduğunuz yazıtta Göktürk devletinin kuruluşu, Bilge Kağan ile Kül Tigin'in yaptıkları anlatılmıştır.
Günümüzden on üç yüzyıl önce Türkçe sözcüklerle yazılmış olan bu
yazıtlarda tarihsel bilgilerin yanı sıra Türk dilinin yabancı bir dile
muhtaç olmadan her türlü duygu ve düşünceyi anlatacak kadar gelişmiş
olduğunu da görmekteyiz.
AKINCI
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı Beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle...

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan;
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.

Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla,
Yerden yedi kat arşa kanadlandık o hızla.
Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde.

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik! ( Yahya Kemal BEYATLI)
Yahya Kemal Beyatlı'nın "Akıncı" adlı şiiri Tuna boylarını aşarak
Avrupa içlerine akınlar yapan eski Türk akıncılarının ağzından
söyleniyor.
Şair bu kahramanlık günlerini akıncılar arasında yaşamışçasına güçlü bir hatıra dili kullanarak yazmış şiirini.
FRANSA SEFARETNAMESİParis Şehrinde Görülenler
Şehir içinde acayip ve garaip binalar ve saraylar ve bahçeler vardır ki saymak mümkün değildir.
Bir bahçe daha gördük. Kralın imiş. Bu bahçe birkaç daireden ibarettir.
Bir dairesi Teşrihhanedir. Mahsus müderrisi var. Ne kadar kuş varsa
teşrih edip mahsus odalara komuşlar. Bu arada bütün bir fili teşrih
edüp zincirler ile öyle tutturmuşlar ki, güya ayak üzre durur. Lakin,
etten ve yağdan ari olup kemikleri birbirinden ayrılmamak için her bir
mafsalı başka demir tellerle bağlamışlar. Her uzvu gereği gibi seyir ve
temaşa olunur. Bütün kuşlar da öyle. Ve bir çok erkek, kadın ve
çocuktan insanlar var, her uzvu seyrolunur. Etleri, yağları, damarları
ve sinirleri dahi görünsün için, balmumundan her uzvu mücessem tasvir
etmişler. Bir de temaşa olunur ve talebelere ders vaktinde gösterirler.
Damarların, sinirlerin renklerini benzetmişler. Bu türlü işlerde dikkat
ve ihtimamlarına söz yoktur. Ve bir dairesi daha Tabibhanedir. Anın
dahi mahsus müderrisi var. Bahçe, ana teslim olunmuş.
Devâhaneyi vardık. Müteaddit odaları hep hücrelere bölmüşler. Şişeler
ile türlü ilaçları toplamışlar. Öyle ki dünyada mevcut olandan bir şey
hariç kalmamak üzere. Nice deniz ve kara acaibinden taşlar, ağaçlar ve
miller ve madenler toplamışlar ki saymak kabil değildir.
Geldik bahçeye. Gezûp dolaştıkta, tıp kitaplarında adı geçen ve yazılı
ne kadar nebat var ise toplamakta o mertebe ihtimam etmişler ki Acem ve
Özbek diyarında hasıl olan nebatlardan getürüp dikmişler. (Ve Hindi'den
ve Çin'den bilhassa Yeni Dünya'dan ol kadar ağaç çiçek ve nebatlar
getürmüşler ki sayısı belli olmayan garip ve acayib görülmedik ağaç,
çiçek ve nebatlar gördük ki görmeyenlere tarif ve tavsif ile ifade
mümkün değildir.)
Paris şehrinin havası soğuk olmağla Yeni Dünya nebatlarının terbiyesine
uygun olmadığından limonluk gibi kışlıklar yapup dört tarafını camla
çevirmişler. Bunların altları boş olup ocaklar yapmışlar, şiddetli
kışda Yeni Dünya havasına muadil olacak kadar ateş yakmağla hamam gibi
altından ısıtırlar ve havası ılık olsun diye bakır döşeyip anınla
ısıtırlar. İstediklerini elde etmek için bu mertebede dikkat ederler.
Bundan başka, nice saraylar ve kiliseler ve kitaphaneler seyir ve temâşâ olundu ki saymakla bitmez.
Paris şehri, aslında İstanbul kadar yoktur. Lakin binaları üçer, dörder
kat olup yedi kat yapılmış haneleri dahi çoktur. Her tabakasında bir
kalabalık, çoluk çocuklarıyla otururlar. Sokaklarında halk ziyade çok
görünür. Zira avretler daima sokaklarda hâne be hâne gezmektedirler.
Asla evlerinde oturmazlar. Erkek ve kadın karışık olmağla şehrin içi
ziyade kalabalık görünür. Dükkânlarda oturup alışveriş edenler hep
kadınlardır.
Sokakları geniş olup baştan başa dört köşe yontulmuş kaldırım taşı ile
döşenmiştir. Hanelerinin çoğu kârgir binadır. Sağlam yapılmış, hoş
görünüşlüdürler.
Şehrin ortasından Sen Nehri geçip üç ada hâsıl olmuştur. Şehrin ortasında kalup köprü ile bir taraftan öbür tarafa geçilir.
Bu şehirde ölmüş olan Koca Kral bir müneccimhâne bina etmiş ve Kasin
adında bir üstad-ı kâmil için de bir rasatgâh yapmış bir büyük kârgir
kule bina ettirmiş. Üç tabakadır ve her tabakasında müteaddit odalar
var ki yıldızları gözleyecek rasat âletleri ile dopdolu. Cerri eşkal
sanayiine müteallik hiçe âletler havasızlığı ve havayı tecrübe için
âletler, suları yokuş yukarı çıkarmak için nice âletler ve dahi türlü
garip sanatlara müteallik hesapsız âletler var ki sayılır gibi değil.
Heyet ve hendese âletleri sayısız idi ve çelik kürsüler üzerinde
küreler var idi ki her birinin içine üç adam oturtmak kaabil idi. Ve
daha nice görülmedik yıldızlara müteallik aletler seyir ve temaşa
eyledük ki yıldızlar ilminden biraz haberi olan adam bu âletler ile
kısa zamanda üstad olabilir.
Bu arada ay tutulması ve güneş tutulması bilmek için bir âlet icat
etmişler. Birkaç daireden yapılı ve etrafına rakamlar yazılmış, ay ve
güneş de işaret olunmuş. Daireler döndürüldükçe saat akrebi gibi bir
mil var, ucu akçe gibi yuvarlak, kâh güneşe kâh aya uzanır.
Yine güneş dahi böyledir, gezegenleri seyr için durbin peyda etmişler.
Şöyle ki: Âyinesi, berber âyinesinden büyük, tenekeden kubur etmişler,
kuyu tulumbası gibi olmuş. Uzunluğu elli ziradan fazla. Ve bir gemi
serenini dikine oturdup başına makara şeklinde bir tekerlek koyup bir
âlet asmışlar. Ol âletin bir ucunu durbine sağlam bağlayup bir ucuna
dahi kurşunlar ve demirler asmışlar. Cerri eşkal sanatı üzere bir adam
o durbinin ucunu alçağa, yükseğe, öne, arkaya, sağa, sola çevirebilir.
Biz dahi ol durbin ile Ay'a baktık. Gayet büyük görünürdü. Durbine
sığmaz idi ve hepsi bize öyle göründü ki içi sünger gibi bir ekmek
somunu ortasından kessek nasıl görünürse öyle bir hâli vardı. Güya,
Ay'da çukurlar ve tümsekler olup çukur yerler gölge olmağla mavi renkte
görünür, zemini ise beyaz ve berrak gönünürdü.
Yirmisekiz Mehmet Çelebi
AÇIKLAMALAR
XVIII. yüzyıla kadar içine kapanık yaşayan Osmanlı İmparatorluğuna
yeniliğe açık bir padişah olan 3. Ahmet ile sadrazamı Damat İbrahim
Paşa döneminde (1718-1730) Batı ile ilişkiler gelişti.
Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi, aralarında oğlu Said Efendi'nin de
bulunduğu kırk kadar maiyetiyle Ekim 1720 başlarında gemiyle kırk altı
gün sonra Fransa'ya ulaştılar. Heyet Paris'te oldukça parlak bir
törenle karşılanır. Halkın büyük ilgisini çeken Yirmisekiz Mehmet
Çelebi, Kral'a 3. Ahmet'in mektubunu ve getirdiği değerli armağanları
verir.
Yirmisekiz Mehmet Çelebi; sarayları, kaleleri, operayı, hayvanat ve
botanik bahçelerini, ayna fabrikasını ve matbaayı inceler. Bir yıl
sonra ülkesine dönen Mehmet Çelebi, sefaretnamesini padişah ve
sadrazama sunar.
Ahmet Hamdi Tanpınar, hiçbir kitabın Batılılaşma tarihimizde bu küçük
Sefaretname kadar önemli yer tutmadığı düşüncesindedir. Yirmisekiz
Mehmet Çelebi, gördüklerini âdeta yeni bir dünya keşfetmiş gibi aktarır
bizlere. Okulları, hastaneleri, rasathaneyi, anatomi yerlerini,
limanları ve hiç bilinmeyen eğlence yerlerini anlatır.
Yirmisekiz Mehmet Çelebi, edebî eserlerin yazıldıkları dönemi yansıtan
tarihi belge olduklarını kanıtlamıştır yazdığı benzersiz "Fransa
Sefaretnamesi" adlı eseriyle.
Milletler uzun tarihleri boyunca edebiyatla ilgili sayısız eserler
meydana getirirler. Edebiyat bir milletin hayat damarıdır. Edebiyat
eserleri olmayan milletler uygarlaşamaz, tarih sahnesinden silinirler.
İşte edebiyat tarihi, bir ulusun yüzyıllarca meydana getirdiği edebî
eserleri inceleyerek geçirdiği dönemleri kronolojik bir sıra içinde
inceleyen bilim dalıdır.
Edebiyat tarihi, edebî eserlerle o eserleri yaratanları sosyal çevresi
ile beraber inceler. Böylece geçmiş dönemlerde yaşayan atalarımızın
duygu, düşünce ve sanat anlayışları hakkında bize bilgi aktarır. Bu
konuda edebiyat tarihçisi Agâh Sırrı Levent, günümüz edebiyat
tarihçisinin görevini şöyle anlatır: "Bugün gittikçe zenginleşen kültür
dünyasında edebiyatın ufku genişlemiş, edebiyat tarihi de ağır görevler
yüklenmiştir. Çağdaş edebiyat tarihçisi, şairleri unutulmaktan
kurtarmak ya da eski zevkleri hikâye etmek için eserini yazmıyor.
Sadece bilgi vermeyi de yeterli bulmuyor; incelemek, araştırmak,
derinlere inmek, insanlığın gidişini, tarihini yazdığı ulusun dünya
anlayışını kavrayıcı bir genişlikte yansıtmak istiyor. Edebiyat tarihi
bunu yaptığı oranda görevini yapmış sayılır."
Bir başka deyişle edebiyat tarihi bir toplumun edebiyatının işlediği
yolu ve geçirdiği dönemleri anlatan, edebiyat hayatını bütün olarak
değerlendiren bir bilim dalıdır.
Edebiyat tarihi aracılığıyla değişik çağlardaki kültür birikimimizi tanırız.
Toplumların düşünce yapılarını, dünya görüşlerini öğreniriz. Bütün bu
bilgiler bir edebiyat eserinin değerlendirilmesinde bize yol gösterir.
Ülkemizde Batılı anlamda edebiyat tarihi çalışmaları Tanzimat döneminde başlar. Bu alandaki ilk kapsamlı çalışma Fuad Köprülü'nün
1928 yılında yayımladığı Edebiyat Tarihi adlı eserdir. Ayrıca Ahmet
Hamdi Tanpınar, Agâh Sırrı Levent, Nihat Sami Banarlı, Mustafa Nihat
Özön, Vasfi Mahir Kocatürk, Ahmet Oktay, Şükran Kurdakul, İnci Enginun
bu konuda önemli araştırmalar yapmışlardır.
Tarihin geçmiş dönemlerdeki olayları, savaşları, uygarlıkları belgelere
dayanarak, yer ve zaman göstererek inceleyen bilim dalı olduğunu
biliyorsunuz. Edebiyat tarihi de geçmiş dönemlerde yazılmış eserleri
inceler, sonuçlar çıkarır. Ancak tarihin incelediği olay sona ermiştir.
Edebiyat tarihinin incelediği eserin etkisi sanatın çağlara meydan
okuyan gücü ile hâlâ sürmektedir.
Bir başka deyişle edebiyat tarihi ulusumuzun başlangıcından günümüze
kadar üretilen edebî eserleri tarihsel gelişim çizgisi içerisinde
incelerken o dönemin kültür ve sanat anlayışına bağlı kalır. Kişisel
zevk ve heyecanını bir ölçüt olarak ele almaz. Örnek vermek gerekirse
Abdülhak Şinasi Hisar'in "Fahim Bey ve Biz" adlı romanının kahramanı
Fahim Bey'i incelerken Cumhuriyet döneminin sanat anlayışı her zaman
göz önünde bulundurulması gerekir.
TÜRK EDEBİYATI TARİHİ NASIL HAZIRLANABİLİR?
Edebiyat tarihi bir bakıma hem bilimdir hem de sanatla ilgilidir.
Bilimdir, çünkü edebiyat ve tarih belgelerini toplayıp değerlendirerek
onlardan özgün bir sentez meydana getirir. Sanatla ilgilidir, çünkü
edebiyat metinleri üzerinde çalışır. Ancak bilim olarak pozitif
bilimler gibi gözleme ve deneye dayanmaz. Öğretici bir nitelik taşıdığı
için de sanat eseri değildir.
Edebiyat tarihinin görevlerinden biri, edebiyat türlerinin gelişimini
göstermektir. Bundan ötürüdür ki çeşitli türlerin doğuşunu, hangi
etkenlerle nasıl geliştiğini, bu gelişmelerin nasıl bir yol izlediğini,
dil ve teknikteki özelliğini belirtmek edebiyat tarihinde başlıca eksen
olmalıdır.
Edebiyat tarihi çok geniş bir alanı kapsar. Yalnız edebiyat çerçevesi
içinde kalan bir edebiyat tarihçisinin çalışmaları kısır kalmaya
mahkûmdur. Tarih, filoloji, felsefe, bibliyografya, güzel sanatların
bütün dalları, onun ilgi alanı içindedir. Gerçi edebiyat tarihi, bir
kültür tarihi değildir. Ama, uygarlık tarihinin bir parçası olduğuna
göre, edebiyat tarihçisi bunların hiçbirinden uzak kalamaz. Çerçeveyi
aşmadan, orantıyı bozmadan bunların hepsinden yararlanacaktır.


EDEBİYAT TARİHİFuat Köprülü'nün
tarihçi usulünden ayrılarak daha çok metin incelemelerine »ağlı
psikolojik bir metodun savunucusu görülen Ali Nihat Tarlan, şunları
öylemektedir:
"Edebiyat tarihçisi hangi cemiyetin edebiyat tarihini yazıyorsa, o
cemiyetin eessüri hayatına ait malzemeyi bir obje olarak eline alıp
asırlar boyunca yürüyüşlerini )ize gösterecektir. İlk iş olarak
sanatkârın ruhi bina ve teşekkülünün belirtilerini mlmak mecburiyeti
vardır. Bu bina, onun biyografisinin psikolojik cephesini inkâr
nertebesinde son haddine kadar derinleştirmek ve verdiği edebî mahsulün
aydınlığında »sikoloji kanunlarına göre ruhî portresini resmetmekle
meydana gelir." Ahmet Hamdi Tanpınar ise edebiyat tarihinde estetikçi
bir metodun temsilcisidir.
Edebiyat tarihinin asıl konusu eserler ve kişilerdir. Fakat, bir edibin
yetişmesi ve bir eserin yazılması, tesadüfle olmaz. Edebî eser, bir
toplumdaki çeşitli olayları yansıtan aynalar gibidir.
Belirli zamanlarda, millet hayatına tesir eden maddi ve manevi olaylar
vardır. Vatan değişmesi, göçler, din, estetik, iktisadi, siyasi, teknik
olaylar, toplumda olduğu gibi, onun edebiyatı üzerinde de izler
bırakırlar.
Mesela; İslâmlık öncesi çok tanrılı devirdeki Türk edebiyatı
ürünlerinin İslamlığı benimsedikten sonra yazılmış eserlerimizden
önemli bir şekilde farklı olması, dinin debiyat üzerindeki etkisine
canlı misaldir.
Şair ve yazarlarımızın İran edebiyatını tanıdıktan sonra bambaşka şekil
ve öz aşıyan bir Divan Edebiyatı meydana getirdiler. Bu olay estetik
değişmesinin debiyat üstündeki tesirini gösterir.
Edebiyatımız, hiçbir yazılı belge bulamadığımız çok eski dönemlerde
başlamış ve birbirinden farklı kollar halinde gelişmek suretiyle
günümüze kadar süregelmiştir. Başlangıcından günümüze kadar aynı milli
ruhun, edebiyatımızın bütün dönemlerinde hiç değişmeyen ve amacı
belirleyen bir çizgi olarak varlığını hissettirdiğini görüyoruz. Ancak
bu milli çizgiye onu zenginleştiren birbirinden farklı motiflerin de
eklendiğini söylemeliyiz. Edebiyatımızın hangi medeniyetin veya hangi
edebiyatların tesirine girdiğini, hangi amaçlara hizmet ettiğini ve
toplumdaki hangi sosyal sınıflar tarafından temsil edildiğini bu
farklılıklara bakarak anlıyoruz. Ayrıca edebi eserlerde kullanılan
kelimelerin yapılarına, çekimlerine ve ses özelliklerine bakarak hangi
dil coğrafyasına ait olduğunu belirtiyoruz.
Dünyada başka milletlerin edebiyatlarında da, ana çizgi değişmemekle
beraber, farklı edebi dönemler yaşandığı görülmektedir. Fakat bunların
pek azı bizim edebiyatımız kadar çeşitlilik arz etmektedir. Tabii ki
bunun en önemli sebebi Türk boylarının dünya üzerinde çeşitli coğrafi
bölgelere dağılarak ayrı topluluklar halinde ve ayrı devletler kurarak
yaşamalarıdır. Bu durum, birtakım kültürel farklılıkları, farklı lehçe
ve şivelerin oluşumunu, farklı medeniyetlerden etkilenmeyi ve farklı
edebiyatlara sahip olmayı beraberinde getirmiştir.
Biz de edebiyatımızı tarihi gelişimi içecisinde devirlere ayırarak her
birini kendi özelliklerine göre incelemek durumundayız. Edebiyatımızın
devirlere ayrılmasında esas aldığımız ölçülerden başlıcalar şunlardır:
1. Dil AnlayışıAsya'nın
ve Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde başlayıp gelişen Türk edebiyatlarını
birbirinden ayıran yalnızca şekil, muhteva ve gaye farklılığı değildir,
önemli bir faktör daha vardır ki, bu da edebi eserin asıl malzemesi
olan dilde ortaya çıkmaktadır. Bu farklılıklara lehçe veya şive
farklılığı diyoruz.
Bir dilin bilinemeyen bir dönemde ayrılan kollarına lehçe denir.
Türkçenin Yakutça ve Çuvaşça olmak üzere iki lehçesi vardır. Yakut ve
Çuvaş Türkçeleriyle, Türkiye Türkçesi arasında büyük ses, kelime ve
şekil farklılıkları vardır. Ayrıca bu lehçelere ait edebiyatlar halen
incelenip bir sonuca varılmamıştır.
Bir dilin takip edilebilen tarihi seyri içinde ayrılan kollarına ise
şive diyoruz. Türkçenin tarihi gelişimi tam olarak VIII. yüzyıldan
itibaren takip edilebilmektedir. Bu nedenle elimizde bulunan ilk yazılı
örnekleri (Orhun Kitabeleri) esas almak durumundayız. Bu eserlerin
Göktürk alfabesiyle yazıya geçirildiğini görüyoruz. Eserlerin dili ise
Göktürkçe (Köktürkçe)dir.
Şiveler arasındaki ayrılıklar, kelimelerin yapı, çekim ve fonetik (ses)
Özellikleriyle ilgili farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bu
farklılıklar dikkate alınarak Türkçenin birkaç çeşit tasnifi
(sınıflandırılması) yapılmıştır.
Şu halde Çağdaş Türk edebiyatlarını; Azerbaycan Türk edebiyatı,
Kırgızistan Türk edebiyatı, Kazak Türkleri edebiyatı, Özbekistan Türk
edebiyatı şeklinde birbirinden ayırırken kullanılan kıstas, bu
edebiyatların farklı coğrafyalarda oluşan değişik şivelere ait
olmalarıdır.
2. Kültürel Farklılaşma
Kültür, bir milletin dil, din, duygu, düşünce ve yaşayış tarzındaki
bütünlüktür. Bunlarda başlayan değişme, kültürel farklılaşmayı ortaya
çıkarır. Türkler, İslamiyet öncesinde atlı-göçebe hayat tarzını
sürdürmekteydiler. Bu hayat tarzı, yerleşik hayata geçişle birlikte
terk edilirken, 'bozkır kültürü' olarak adlandırdığımız bu kültür de
yavaş yavaş terkedilmiştir. İslamiyeti kabul eden Türkler, bu dini
inancın kabullerine ters düşmeyen bazı geleneklerini de
sürdürmüşlerdir. Uzun bir dönemde değişime uğramayan Türk - İslam
kültürü, etkisini edebi alanda da göstermiştir, islamiyetin kabulünden
Tanzimat dönemine kadarki Türk edebiyatında dini muhteva her zaman
ağırlıklı olmuştur.
Tanzimat döneminde ise, edebi eserlerin şeklinde ve muhtevasında büyük
değişmeler olmuştur. Gerek Tanzimat Fermanında (1839), gerekse onun
tamamlayıcısı niteliğindeki Islahat Fermanı'nda (1856) ifade edilen
siyasi, askeri, ekonomik ve diğer alanlardaki değişiklikler doğrudan
Batı medeniyeti esas alınarak düzenlenmiştir. Bu durum devletin Batı
medeniyeti dairesine girmeyi resmi bir politika haline getirmesi
demektir. Yapılan çalışmalar kısa zamanda meyvesini vermiş; devlet,
halkıyla ve yönetimiyle hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Sanatkâr
da kendi alanıyla ilgili yenilikleri ülkesin taşımaya başlamıştır.
İstanbul'da sosyal hayat değişmiş, sanat eserleri kendi malzemesinin
oluşumunda etkili olmaya başlamıştır. Bu durumu Ahmet Hamdi Tanpınar,
"Modern edebiyat bir medeniyet kriziyle başlar." cümlesiyle özetler.
10.yüzyıldan itibaren Acem ve Arap edebiyatlarının etkisiyle ve İslami
düşünceye dayalı olarak başlayıp daha sonra milli bir hüviyet kazanan
yazılı Türk edebiyatı, bu kez Batı medeniyetinin ve Fransız
edebiyatının etkisiyle 1860'lı yıllardan sonra yavaş yavaş yeni bir
çehreye bürünmüş ve yeni bir kimlik arayışına girmiştir.
Bütün bu değişmeler dikkate alınarak 1860 yılını esas kabul edip, bu
tarihten sonra gelişen edebiyatımızı Batı Etkisinde Gelişen Türk
Edebiyatı olarak isimlendiriyor ve bu dönemi kendi ölçüleri içinde
değerlendiriyoruz.
3. Dini Hayatİslamiyetin
kabul edilmesinden önce de Türklerin birkaç defa din değiştirdiğini
biliyoruz, önce büyü ve sihre dayalı Şamanizm inancına mensup olan bazı
Türk boyları daha sonra Mani ve Budha (Buda) dinlerine girmişlerdir.
Şüphesiz bu değişiklik edebi eserler Üzerinde de tesirini
gösterecektir. Nitekim Göktürk Kitabelerinde ve eski Türk destanlarında
bir Gök Tanrı'dan bahsedilirken Mani ve Budha dinleriyle ilgili
metinlerde daha farklı bir inanç sisteminin övgüsü yapılmaktadır.
Edebiyatımızda asıl köklü değişiklik 10. yüzyıldan itibaren İslamiyetin
kabul edilmesiyle kendini göstermiştir. Başta Karahanlı Devleti olmak
üzere Gazneliler, Harzemşahlar ve Selçuklular bünyesinde yeni ve güçlü
bir edebiyatın başladığını görüyoruz. Bu değişiklik sadece edebiyatla
sınırlı kalmamış; resim, minyatür, ağaç işlemeciliği ve mimaride de
kendini göstermiştir. Hatta hat sanatı gibi yeni bir sanatın da
başlangıcı olmuştur.
XI. ve XII. yüzyıllarda Müslüman Araplar ve İranlılarla iyi ilişkiler
kuran Müslüman Türkler, artık İslam medeniyeti dairesinde yer
alacaklardır. Edebi, kültürel ve siyasi alanlarda karşılıklı etkileşime
ve İslam'ı inanca bağlı olarak yeni dünya görüşünün ifadesi olan bir
edebiyat başlamıştır. Bu edebiyat gelişerek Tanzimat dönemine kadar
devam etmiştir.
Bu, şekil, muhteva ve gaye değişikliğini dikkate alarak, edebiyatımızın
X. yüzyılda öncesini ve sonrasını kendi ölçüleri içinde inceliyoruz.
4. Dil Coğrafyası9.
ve 10. yüzyıllarda bazı Türk boylarının ayrı devletler kurup kendi yazı
dilerini oluşturduklarını görüyoruz. Farklı coğrafyalarda ve değişik
kollar halinde gelişen dilimizin bugün Azeri Türkçesi, Kırgız Türkçesi,
Özbek Türkçesi, Türkiye Türkçesi ve Balkan Türkçesi gibi birçok şivesi
vardır.
(Kaynak: Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Dr. Ali Tosun, Murat özbay Dr
Himmet Biray, Musa Çiftçi, Türk Dili ve Edebiyatı Edebiyat 1 D.K.A.Ş)
Özetle;
Türk Edebiyatının dönemlere ayrılmasında;
-Dil anlayışı
-Dini hayat
-Kültürel farklılaşma
-Sanat anlayışı
-Coğrafya değişimi
-Lehçe ve şive ayrılıkları etkili olmuştur.
koşma tipi nazım biçimiyle ve hece ölçüsünün genellikle 7, 8 ve 11'li
kalıplanyla söylenir. Söz konusu türlerde dörtlük sayısı genellikle 3-7
dir. İlahi, nefes ve demeler, bestelenerek söylenir.
İlahi
Herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Allah'ı öven şiirlere denir. Daima özel bir ezgi ile söylenir.
Divan şiirindeki tevhit ve münacaatın Halk edebiyatındaki karşılığıdır. En ünlü şairi Yunus Emre'dir.
Değişik tarikatlara göre “deme, nefes, âyin” gibi adlar alır. Şekil
olarak Koşma biçimindedir. Yani dörtlüklerden oluşur. Son dörtlükte
şairin adı veya mahlası geçer. Genelde 7’li hece ölçüsü kullanılır.
Bazı ilahilerde aruz vezni kullanılmıştır. Aruz vezninin kullanıldığı
ilahiler gazel şeklindedir.
Nefes
Bektaşî şairlerinin yazdıkları tasavvufî şiirlerdir.
Nefeslerde genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücut (varlığı birliği)
kavramı anlatılır. Bunun yanı sıra Hz. Muhammet ve Hz: Ali için övgüler
de söylenir.
Nefeslerde kalenderane ve alaycı bir üslûp göze çarpar.
Edebiyatımızda Pir Sultan Abdal nefesleriyle ünlüdür.
Deme
Alevi-Bektaşi tarikatından tasavvuf şiirlerinin tarikatlarını ve
hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen
şiirlerine "deme" adı verilir. Genellikle 8’li hece ölçüsüyle yazılan
demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir.
Nutuk
Tekke Edebiyatı’nda Pirlerin ve mürşitlerin, tarikata yeni giren
müridleri bilgilendirmek tarikat derecelerini ve tarikat adabını
öğretmek amacıyla söylenen didaktik şiirlerdir.
Devriye
Evrendeki canlı cansız her şey Allah'tan gelmiştir, yine Allah'a
dönecektir. Bu felsefeyi yansıtan şiirlere Tekke edebiyatında devriye
denilmiştir.
Şathiye
Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye
adı verilir. Tasavvufi konuları işleyenleri şathiyat-ı sûfiyâne adını
alırlar. İnançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir.
Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili
türlü kavramlara değindiği anlaşılır. Bu tür şiirlere genellikle
Bektaşi şairlerinde rastlanır. Medrese hocalarına göre bu şathiyeler
küfür sayılır. Bu türün en tanınmış şairi Kaygusuz Abdal’dır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://vatantr.yetkin-forum.com
S€D@T
Yönetici
Yönetici
S€D@T


Mesaj Sayısı : 317
Zodyak Kova
çin astrolojisi Yavru Köpek
Doğum tarihi : 22/01/96
Kayıt tarihi : 13/04/09
Yaş : 28
Nerden : İstanbul

10.sınıf bütün konuları özetleridir Empty
MesajKonu: Geri: 10.sınıf bütün konuları özetleridir   10.sınıf bütün konuları özetleridir Icon_minitimePaz 20 Ara. 2009, 18:11

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI
Bilinmeyen bir tarihte başlamıştır. İslamiyet’in kabulüne kadar devam
ede gelmiştir. Atlı- göçebe kültürünün izlerini taşımaktadır. **üm,
yiğitlik, savaş, aşk konuları en çok işlenen konular olarak göze
çarpmaktadır. İki koldan gelişmiştir.


A) SÖZLÜ EDEBİYATŞaman ,
kam baksı ozan adı verilen sanatçılar tarafından icra edilmiştir. Bu
sanatçılar “kopuz”adı verilen bir saz aleti kullanırlardı. Doğuşu her
ne kadar dini törenlere dayansa da zamanla din dışı konular da
gelişmiştir.
* Hece ölçüsü kullanılmıştır.
* Aşk doğa ölüm konuları sık işlenmiştir.
* Anomin özellik taşımaktadır.
* Yarım kafiye kullanılmıştır.
* Koşuk , sav, sagu ,destan başlıca ürünleri sayılır.


KOŞUK
Kopuz eşliğinde “sığır” denilen sürek avlarında söylenen lirik
şiirlerdir. Günümüzdeki “koşma”ların ilk versiyonu sayılırlar. Kafiye
şeması “aaab,cccb,dddb”şeklinded ir.

SAGU
Yuğ adı verilen ölü törenlerinde ölümün acısının hafifletmek amacıyla
söylenen günümüz “ağıt”larının ilk versiyonuna denir. Hece ölçüsünün
7’li-8’li parçaları sıkça kullanılmıştır.
UYARI: Bilinen en eski sagu :“Alp er Tunga”sagusudur.

SAV
Atasözü demektir. Atasözlerimiz ilk defa “Divan-ı Lugati’t Türk”kitabında bir araya getirilmiştir.

DESTAN
Toplumu derinden etkileyen savaş, kıtlık, afet vb. olayların
olağanüstülüklerle bezendirilerek anlatıldığı manzum (bazen nazım-
nesir karışık)uzun hikâyelere denir.
Destanlar “Doğal-Yapay”olmak üzere ikiye ayrılır.


1) DOĞAL DESTANLAR
Gerçekte var olan herhangi bir olayın milletin dilinde yüzyıllar süren
bir anlatımdan sonra bir ozan tarafından kaleme alınması sonucu oluşan
destanlara denir.

Dünyadaki en önemli doğal destanlar:

Kalevala...............FİNLAND İYA
Mahabharata ...... HİNT
Ramayana ............HİNT
Şant do Rölant......FRANSIZ
Nibelungen............ALMAN
İgor.......................RUS
Beovful..................İNGİL İZ
İliada ...................YUNAN
Odyssa .................YUNAN
Şehname...............İRAN
Gılgamış...............SÜMER
Oğuz Kağan...........TÜRK
Ergenekon.............TÜRK
Manas ..................KIRGIZ

2) YAPAY DESTANLAR
Herhangi bir olaydan yola çıkarak bir ozanın destan kurallarına riayet edip oluşturduğu şiirlere denir.

Kaybolmuş Cennet ( Milton)
Kurtarılmış Kudüs ( Tasso)
İlahi Komedya (Dante)
Üç Şehitler Destanı ( Fazıl Hüsnü Dağlarca)
Çanakkale Şehitlerine (Mehmet Akif)

TÜRK DESTANLARININ ÖZELLİKLERİ* Çoğunlukla manzumdurlar (şiir şeklinde)
* Anonimdirler
* Oluştukları dönemlerin özelliklerini taşımaktadırlar.
* Olağanüstü özellikleri çokça bulunmaktadır.
* Çok sonra yazıya geçirilmişlerdir.


TÜRK DESTANLARI

SAKA TÜRKLERİNİN DESTANLARI
* Alp Er Tunga Destanı: Türk-İran savaşlarıyla Alp Er Tunga’nın yiğitliklerinin anlatıldığı destanlardır.
* Şu Destanı: İskender ile Türkler arasındaki savaşların ve Hükümdar Şu’nun destanıdır.


HUN TÜRKLERİNİN DESTANLARI

* Oğuz Kağan Destanı: Hun Hükümdarı Mete’nin yiğitliklerini, ülkesini
genişletip oğulları arasında nasıl bölüştürdüğünü anlatan destandır.


GÖKTÜRK DESTANI
* Bozkurt Destanı: Savaşta yaralanan bir Türk’ün, dişi bir kurt
tarafından kurtarılmasını, korunmasını ve Türklerin sözü edilen kurtla
bu Türk’ten çoğaldığı anlatılır.
* Ergenekon Destanı: Bir yenilgi sonunda Ergenekon’a çekilen Türklerin
orada çoğalıp, bir demir dağı erittikten sonra öçlerini alışlarını
anlatan destandır.


UYGUR TÜRKLERİNİN DESTANLARI

* Türeyiş Destanı: Uygur hakanının, üç kızını insanoğluyla evlendirmeyi
uygun bulmayarak tanrıya, kızlarıyla evlenmesi ve Uygur Türklerinin bu
evlenmeden çoğaldığı anlatılır.
* Göç Destanı: Türklerin, Kutsal taşı Çinlilere vermeleri üzerine,
tanrı tarafından cezalandırılmaları kuraklığın başlaması nedeniyle de
göç etmeleri anlatılır.

Daha ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz.Türk Destanları - Dünya Destanları
Ayrıca bakınız>>> Destan Dönemi Türk Edebiyatı Sunusu/Slaytı

B ) YAZILI EDEBİYAT
Türklerin GÖKTÜRK alfabesini kullanmasıyla başlayan dönemdir. Daha
eskilere ait maalesef herhangi bir eserimiz yoktur. Tarihi bilinen en
eski yazıtımız(mezar taşı): Çoyren (687–692)dir.
Tarihimizin ve dilimizin ilk en önemli belgeleri Göktürk Yazıtlar(Orhun Kitabeleri)dir.
*Doğu Göktürklerine aittirler.
*720,732,735 yıllarında dikilmişlerdir.
*Vezir Tonyukuk, Bilge Kağan, Kültigin adına dikilmişlerdir.
*Yollug Tigin adlı bir yazara yazdırmıştır.
*Öz Türkçe ile yazılmıştır.
*Türk hakanlarının Göktürkleri nasıl birleştirdiklerini, devleti nasıl
idare ettiklerini, gelecek kuşakların ne yapmaları gerektiğini anlatan
bir nutuk (söylev)tur.
* Aslında birer mezar taşı olarak tasarlanmışlardır.
* Taşların üç tarafı Göktürk alfabesiyle bir tarafı da Çince yazılmıştır.
* Eserler şu an MOĞALİSTAN sınırları içindedir.
* 1900’ lü yılların başında Strahlanberk tarafından bulunmuş, Danimarkalı Thamson tarafından okunmuşlardır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://vatantr.yetkin-forum.com
S€D@T
Yönetici
Yönetici
S€D@T


Mesaj Sayısı : 317
Zodyak Kova
çin astrolojisi Yavru Köpek
Doğum tarihi : 22/01/96
Kayıt tarihi : 13/04/09
Yaş : 28
Nerden : İstanbul

10.sınıf bütün konuları özetleridir Empty
MesajKonu: Geri: 10.sınıf bütün konuları özetleridir   10.sınıf bütün konuları özetleridir Icon_minitimePaz 20 Ara. 2009, 18:12

İSLAMİYETİN KABULÜNDEN SONRAKİ TÜRK EDEBİYATI

Talas savaşından sonra Türkler kabileler halinde Müslüman olmaya
başlamıştır. Karahan Devletinin hükümdarı Satuk Buğra Han zamanında
İslamiyet resmi din olarak kabul edilmiştir.(942) B u tarihten sonra
İslam’a dair eserler verilmeye başlanmıştır. Bu geçiş dönemine ait en
önemli eserler şunlardır:


a) Divan-ı Lügat’ it Türk.( Türk Dilinin Sözlüğü) ( 1072–1074 )
* Kaşgarlı Mahmut yazmıştır.
* Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmıştır.
* 1074 yılında bitirildiği düşünülüyor.
* Türkçenin ilk sözlüğüdür.
* Türklere ait gelenek göreneklerden tarihten folklordan bahsettiği için bir ansiklopedi özelliği taşımaktadır.
* Kitapta 7500 kelimenin Arapça karşılığı verilmiş olup ayrıca halk şiirleri, atasözleri, deyimler kullanılmıştır.
* Ebu’ l Kasım’ a sunulmuştur.
* Hakaniye Türkçesi ile yazılmıştır.

b) Kutatgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) (1069- 1070 )

* 1069–1070 tarihlerinde Yusuf Has Hacip tarafından yazılmıştır.
Türk edebiyatının ilk siyasetnamesidir.
* Öğretici bir nitelik taşımaktadır.
* Tapgaç Buğra Han’a sunulmuştur.
* Devletin nasıl yönetilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
* Hakaniye (Doğu ) Türkçesi ile yazılmıştır.
* 6645 beyitten müteşekkildir.
* Eserde öğütler; devlet, akıl saadet, adalet sembolleriyle verilmiştir.
* Hakaniye Türkçesi ile yazılmıştır.
* Aruz ölçüsüyle yazılmış ilk mesnevidir.

c) Divan-ı Hikmet

* Hoca Ahmet Yesevi tarafından yazılmıştır.
* İlahi aşk kavramı ilk defa bu eserde kullanılmıştır.
* Yesevi tarikatının esasları ve dinin temel öğretileri anlatılmıştır.
* 12. yy da yazılmıştır.
* Hece ölçüsüyle halk dili kullanılmıştır.


* Hakaniye Türkçesi ile yazılmıştır.

d) Atabet’ül Hakayık (Hakikatlerin Eşiği)
* Yüknekli Edip Ahmet tarafından yazılmıştır.
* 12. yyda yazılmıştır.
* Eserde ahlakın önemi ve yolları üzerinde durulmuştur.
* Beyit ve dörtlükler bir arada kullanılmış. Dolayısıyla aruz ve hece vezni birlikte kullanılmıştır.

KİTAB-I DEDE KORKUT

* Destandan halk hikâyesine geçiş döneminin ürünüdür.
* Dede Korkut 12 hikâyeden oluşur.
* Olağanüstü olaylarla gerçeğe uygun olaylar eserde iç içedir.
* Türklerin eski yaşam tarzları ile ilgili ayrıntılar yanında İslam dini ile ilgili özelliklerde vardır.
* Eserde geçen ‘’Dede Korkut’’meçhul bir halk ozanıdır.
* Hikâyelerde oğuzların çevredeki boylar ile aralarındaki savaşlar ve kendi iç mücadeleleri yer alır.
* Hikâyelerin konuları; aşk, yiğitlik gösterisi, kahramanlık, boylar arasındaki savaştır.
* 15. yy’da kaleme alınmıştır.
* Eserin yazarı belli değildir. “
* Nazım ile nesir iç içedir.
* Hakaniye lehçesi kullanılmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://vatantr.yetkin-forum.com
S€D@T
Yönetici
Yönetici
S€D@T


Mesaj Sayısı : 317
Zodyak Kova
çin astrolojisi Yavru Köpek
Doğum tarihi : 22/01/96
Kayıt tarihi : 13/04/09
Yaş : 28
Nerden : İstanbul

10.sınıf bütün konuları özetleridir Empty
MesajKonu: Geri: 10.sınıf bütün konuları özetleridir   10.sınıf bütün konuları özetleridir Icon_minitimePaz 20 Ara. 2009, 18:12

Klâsik Şiirimizde Nazım Şekilleri
Klâsik Türk şiirinde geleneğin belirlediği nazım şekilleri vardır.
Bunlar, başlangıcından itibaren hiçbir değişikliğe uğramadan yüzyıllar
boyu aynı yapı içinde kullanılagelmiştir. Bu nazım şekilleri, nazım
birimi beyit olanlar, kıt’a olanlar ve bend olanlar olmak üzere üç
grupta toplanabilir.

Nazım birimi beyit olanlar:

Kaside


Beyit esasına göre yazılan, en az otuz bir, en çok doksan dokuz
beyitten meydana gelen, kafiyelenişi gazel gibi, birinci beyit kendi
arasında, diğer beyitlerin birinci mısraları serbest, ikinci mısraları
birinci beyitle kafiyeli (aa-ba-ca-da-ea-...) nazım şeklidir.Ancak
beyit sayısını sınırlamak zordur. Yüz beyti aşan kaside örnekleri de
vardır.

Kasidelerin ilk beytine matla, son beytine makta, en güzel beytine
beytü’l-kasîd, şairin adını veya mahlasını zikrettiği beyte de taç
beyit adı verilir.

Kaside altı bölümden meydana gelir.Bunlar sırası ve özellikleriyle şöyledir:
1. Nesîb veya teşbib bölümü: Kasidenin ilk
bölümüdür. Umumiyetle kasidelerin en uzun ve sanatlı bölümüdür. Şair bu
bölümde mevsimleri, bayram günlerini, felsefî bir konuyu ve daha başka
çeşitli konuları işleyebilir. Kasidelere ismini veren kısım bu bölümdür.

2. Girizgâh bölümü: Şairin, methini
yapacağı, övgüye değer niteliklerini sıralayacağı kişiden bahsedebilmek
için bir münasebet düşürdüğü, bunu en iyi şekilde yapabilmek üzere
uygun bir durum belirlediği tek beyit veya iki beytin adı. Bu bölüme
giriz de denir. Bu beyit veya beyitlerin ustaca yazılmış olması,
nükteli bir söyleyişi ihtiva etmesi gerekir. Bu bölüm nesib bölümü ile
methiye bölümünü birleştiren bağ vazifesini görür.

3. Methiye bölümü: Bu bölümde kasidenin muhatabı övülür.

4. Tegazzül: Gazel tarzında şiir yazma
demektir. Şair genellikle methiye bölümünden sonra, bir fırsatını
düşürüp aynı vezin ve kafiyede bir gazel söyler. Bunu söylemeden gazele
geçeceğini bildirir.

5. Fahriye bölümü: Şairin, kendi kendisini övdüğü, sanatının diğer bütün şairlerden üstün olduğunu söylediği bölümdür.

6. Dua bölümü: Kasidelerin son
bölümüdür.bu bölümde, şair Allah’tan, övdüğü kimse için ikbal ve
saadet, uzun ömür ve başarı diler, kendisi de, kasidesini başarı ile
bitirmesine imân verdiği içinAllah’a karşı şükran duygularını dile
getirir.

Kasideler, konularına göre, Allah’ın birliğini işliyorlarsa veya ona
yalvarış ve yakarış şeklinde iseler tevhid veya münâcât, Hz. Muhammed’e
karşı duyulan sevgiyi dile getiriyorlarsa, naat, Miraç hadisesini
anlatıyorsa Miraciye ölen birisi için yazılmışlarsa mersiye, övgü için
yazılmışlarsa methiye, birini yermek için yazılmışsa hicviye isimlerini
alırlar.

Bundan ayrı olarak kasideler çoğunlukla nesib bölümlerinde ele alınan
konulara göre isim alırlar. Buna göre, Padişahın tahta çıkışı için
yazılanlara cülûsiyye, düğün törenlerini anlatanlara sûriyye, ramazan
ayının gelişini kutlamak ve ramazanın faziletlerinden bahsetmek için
yazılanlara ramazaniyye, bayramı konu alanlara bayramiyye veya iydiyye,
muharrem ayını anlatanlara muharremiyye, yeni yılı kutlayanlara
sâliyye, bahar mevsimini tasvir edenlere bahariye veya rebîiyye, kış
mevsimi için yazılanlara şitâiyye, yaz eğlencelerini anlatanlara
sayfiye veya temmuziyye, yeni yapılan bir bina için yazılmış olanlara
dâriyye, hamam tasviri için yazılanlara hamamiyye, at tasvirleri ihtiva
edenlere rahşiyye, nevruz dolayısıyla yazılanara nevruziyye, bir
ülkenin veya kalenin fethi dolayısıyla o yerin fatihine sunulanlara
fethiyye, barış üzerine yazılanlara sulhiyye, gittiği yerden veya
seferden dönen padişah veya kumandanlara takdim edilenlere kudûmiyye
denir.

Bazı kasideler ise rediflerine göre gül, sünbül, lâle, menevşe, su, tig, kalem kasidesi gibi adlar alırlar.

Arap edebiyatında cahiliye devrinde yazılmış kasidelerde, önce
konakladığı yerden göç etmiş sevgili tasvir edilir.Daha sonra, şairin
sevgilisini takiben çöllerde tabiatın zorluklarına ve vahşi hayvanlara
karşı verdiği mücadeleler anlatılır. En sonra ise kasidenin asıl hedefi
olan medih (övgü) kısmına geçilir ve şiir bu bölümle sona erer.

islâmiyetin zuhurundan sonra kasidelerin tertibi büyük ölçüde aynı
kalırsa da muhtevası değişir. Kasidecilik geleneği Emevî, Abbasî,
Gaznelî, Samanî saraylarında, Müslüman iran’da Selçuklu ve Osmanlı
saraylarında ve kültür merkezlerinde devam eder.

Araplarda başlayan kaside nazım şeklinin en başarılı örneklerini iranlı
şairler verdi. Ferruhî, Ascedî, Hakanî ve Enverî kaside şairlerinin
başında gelir. Türk klâsik edebiyatında Ahmed Paşa, Necatî, Bakî, Nef’î
ve Nedîm önemli kaside şairlerimiz arasında yer alır. Bilhassa Nef’i bu
nazım şeklinde yazdığı şiirleriyle ün yapmıştır.

Gazel
Klâsik Türk edebiyatının en önemli ve çok sevilip kullanılan bir nazım
şeklidir. Beyit esasına göre yazılır. Bu nazım şekli ile çoğunlukla
aşk, sevginin güzelliği, sevgilinin âşığa çektirdiği cefa,
ilgisizliğinden şikâyet, kıskanma, ayrılığın verdiği ıstırap ve vuslat
arzusu, sevgiliye karşı yakarışlar, içki sohbetlerindeki hâllerin
ifadesi yanında bazen de tasavvufî konular, hayat, dünya ve âhiret
hakkındaki düşünceler işlenir. En az beş, en çok on beş beyitten
meydana gelirler.En çok kullanılan şekli beş ile yedi beyit arasında
olanlarıdır. Üç beyit olanına da rastlanır.Kafiyeleniş şekli, ilk
beyitin mısraları kendi aralarında kafiyeli, diğer beyitlerin birinci
mısraları serbest, ikinci mısraları birinci beyitle kafiyelidir
(aa-ba-ca-da-ea-...). Gazelin ilk beytine matla’ (doğuş yeri,
başlangıç), son beytine de makta’ (bitiş, son) denir. ikinci beyte
hüsn-i matla’, son beyitten bir önceki beyte de hüsn-i makta’ denir. Bu
beyitlerin genellikle matla’ ve makta’ beyitlerinden güzel olmasına
dikkat edilir. Gazelin ilk beytinin ikinci mısraı son mısra olarak
tekrar edilirse buna redd-i matla’ denir. Matla’ın dışındaki bir mısra
tekrarlanırsa buna redd-i mısra’ adı verilir.Şair, son, bazen de sondan
bir önceki beyitte adını veya mahlasını zikreder. Bu zikrin yapıldığı
beyte mahlas beyiti veya mahlashâne denir.Mahlasın bazen son iki
beyitten daha önceki beyitlerde zikredildiği de olur. Bu durumda şair
kendi adını zikrettiği beyitlerden sonra zamanın padişahını veya kimi
tarikat ulularını över. Bu tip gazellere gazel-i müzeyyel (ekli gazel)
denir.

Gazelin en güzel beytine beytü’l-gazel veya şah beyit adı verilir. Şair
gazelinin her beytini en mükemmel şekilde yazmaya çalışır. Böyle, her
beyti aynı güzellikte olan gazellere yek-âvâz gazel denilir. Gazellerin
her beytinde aynı temanın işlenmesi gerekmez.Ancak bazı gazeller baştan
sona bir temayı ele alır ve işler.Bu tip gazellere de yek-âhenk gazel
denir.

Bazı gazeller mısra sonlarındaki kafiyelerden başka, bir de mısranın
ortasında bir için kafiye meydana getirilerek yazılır. Beyitler bu
kafiyelerden ayrılıp alt alta dörtlükler hâlinde yazılacak olursa
(abab-cccb-dddb-...) şeklinde kafiyeli kıt’alar meydana gelir.Bu tip
gazellere musammat gazel denir.

Gazel kelimesi Arapça olduğu hâlde, Araplar, gazeli nazım şekli olarak
ancak islâmiyetten önce, kasidelerin nesib kısımlarında ve bir de
kasidenin methiye ve fahriye bölümlerinden sonra kullandılar. Gazel,
müstakil bir nazım şekli olarak X. yüzyılda iran edebiyatında doğdu.
XIII. yüzyılda da Türk şairlerince benimsendi. Bu nazım şekli, biçim,
kuruluş ve iç yapı bakımından iran edebiyatı örnekleri ile aynıdır.

XIII. yüzyılda Türk edebiyatının Anadolu sahasında rastlanan gazeller
pek başarılı örnekler değildir. Tasavvuf konusunu işleyen bu ilk
örneklerden sonra XIV. yüzyılda, diğer Türk sahaları ile birlikte
Anadolu’da da başarılı gazeller yazılır. Fakat konu yine genellikle
tasavvuf sahasında kalır. XV. yüzyılda gazel Çağatay sahasında Ali Şir
Nevâî, Azerî sahasında Habîbî, Anadolu sahasında da Ahmed Paşa, Melihî
ve bilhassa Necatî ile hızlı bir gelişme gösterir. Bu şairlerle gazel
maddî ve manevî güzelliklerin, dünyevî zevk ve eğlencelerin, aşk, kadın
ve şarap konularının ifade edildiği nazım şekli hüviyetini alır. XVI.
yüzyıldan itibaren, her asrın büyük şairlerince mükemmel örnekleri
verilen gazel nazım şeklinin son üstadı Yahya Kemal’dir.

Mesnevî

Klâsik Türk edebiyatı nazım şekillerinden biri de mesnevîdir.
Edebiyatımıza iran’dan geçmiştri. Her beyitin mısraları kendi
aralarında kafiyelidir (aa-bb-cc-dd-...). Gazel ve kaside gibi tek bir
kafiyeye bağlı olmadığı ve beyit sayısında sınır bulunmadığı için daha
ziyade uzun konuların ve hikâyelerin nazmedilmesinde kullanılır.
Eserde, ağır ve yorucu olmasın diye genellikle aruzun kısa kalıpları
kullanılır.Mesnevî nazım şekli ile yazılmış eserler konularına göre
şöyle sınıflandırılabilirler: 1- Destanlar, savaş ve kahramanlık
konularını işleyen mesneviler; iskendernâme (Ahmedî) 2- Aşk
hikâyelerini konu alan mesnevîler: Leylâ ve Mecnun, Vamık u Azrâ,
Hüsrev ü Şirin. 3- Dinî ve tasavvufî mesnevîler: Mevlid (Süleyman
Çelebi), Hilye-i Hakanî (Hakanî), Hüsn ü Aşk (Şeyh Galib). 4-
Ahlâkî-didaktik mesnevîler; Hayriyye (Nâbî). 5- Şehirleri ve o şehrin
güzellerini anlatan mesnevîler; Şehrengiz-i Bursa (Lâmiî), Hûbannâme
(Enderunlu Fazıl). 6- Eğlence ve düğünleri anlatan eserler; Surnâme
(Vehbî). 7- Mizahî mesnevîler; Harnâme (Şeyhî).

Müstezat
Uzun ve kısa mısraların ard arda gelmesiyle meydana gelen, gazelin özel
bir şekli olarak da kabul edilen nazım şeklidir. Uzun mısralar daima
mef’ûlü/mefâ’îlü/mefâ’îlü/fe’ûlün kalıbıyla, kısa mısralar da bu
kalıbın birinci ve sonuncu cüz’ünün birleşmesiyle meydana gelen
mef’ûlü/fe’ûlün kalıbıyla yazılır. Kısa mısralara ziyade denir.
Ziyadeler, üstlerindeki asıl mısranın manasına bağlıdırlar ve bunu mana
bakımından tamamlar niteliktedirler. Ayrıca bu mısra ahenk
monotonluğunu da giderir.

Ziyadeler mısra olarak kabul edilmediklerinden müstezatlarda iki uzun iki kısa olmak üzere dört mısra bir beyit sayılır.

Müstezatların kafiye örgüsünden uzun mısralar gazel gibidir. Kısa
mısralar ise ya kendi aralarında ya da uzun mısralarla kafiyelidirler.
Kısa mısralar ( ) işari içine alınmıştır.
a(a)a(a)-b(b)a(a)-c(c)a(a)...
a(b)a(b)-c(c)a(b)-d(d)a(b)...
Müstezatların, bu iki tip kafiyelenişten daha serbest olarak
a(b)a(b)-a(b)a(b)x(x)a(b)-x(x)a(b) şeklinde kafiyelenmiş oldukları da
görülür. Uzun mısralar mefâ’îlün/mefâ’îlün/mefâ’îlün/mefâ’îlün kalıbı
ile, kısa mısralar ise sadece mefâ’îlün/mefâ’îlün cüzleri ile yazılan
müstezatlar vardır ki bunlara müstezât-ı südâsiye denir.Bunlara
südâsiye denmesinin sebebi uzun ve kısa mısraların altı mefâ’îlün
cüzünden meydana gelmiş olmasındandır. iki ziya**** müstezatlar da
vardır. Müstezat divan şairlerinin XVIII. yüzyıldan sonra fazla rağbet
ettikleri bir nazım şeklidir.

Tek Dörtlükler:

Rubaî
Dört mısralık nazım şeklidir. Kafiyelenişi çoğunlukla aa ba
şeklindedir. Ancak dört mısraı da birbiri ile kafiyeli olan rubaîler de
vardır (aaaa) Bunlara rubaî-i musarra denir. Şairler rubaîlerde mahlas
kullanmazlar.

Rubaîlerin hususî aruz kalıpları vardır.Bunlar ahrem ve ahreb olmak
üzere ikiye ayrılırlar. Türk edebiyatında yalnız ahrem vezinleri,
bunların da ahenklileri kullanılmıştır.

Şair rubaînin mısralarında aynı kümede olmak üzere, değişik kalıplar
kullanabilir. Değişik kalıp kullanılan mısra umumiyetle üçüncü mısradır.

Rubaîlerde şairler genel olarak hikmet taşıyan düşüncelerini, dünya
görüşlerini rindâne tavırlarını, maddî ve manevî aşk anlayışlarını dile
getirirler.

Rubaî, iran edebiyatında doğmuş, oradan Türk ve Arap edebiyatlarına
geçmiştir. Bu nazım şekline terâne, dü-beyt, cehâr mısrâ dendiği de
olur.Bu türün en büyük şairi Ömer Hayyam’dır. Türk edebiyatında ise
Azmizâde Haletî (XVII. yüzyıl) rubaî yazmayı meslek hâline getirmiştir.

Rubaîlerde tek bir düşüncenin en kısa yoldan, en yoğun bir şekilde
anlatılması gerekir Bu bakımdan mısralar arasında tam bir mana uyumu
vardır. Rubaînin en kuvvetli mısraı üçüncü mısradır.

TuyuğBir dörtlükten
meydana gelen bir nazım şeklidir. Rubaîye benzer. Kafiyeleniş şekli de
onun gibi aaxa şeklindedir.Bunlara musarra tuyuğ denir.Aruz vezninin
yalnız fâ’ilâtün/fâ’ilâtün/fâ’ilün kalıbı ile yazılır.

Tuyuğ sadece Türklerin kullandığı bir nazım şeklidir. Halk
edebiyatındaki mâninin rubaî karşılığı olarak klâsik şiire geçmesinden
meydana geldiği söylenebilir. Mânide olduğu gibi tuyuğlarda da
genellikle cinaslı kafiye kullanılır.
Şairler, bu nazım şekli ile rubaîlerde olduğu gibi dünya görüşlerini, dinî tasavvufî düşüncelerini dile getirmişlerdir.

Edebiyatımızda Kadı Burhâneddin tuyuğ şairi olarak isim yapmıştır. Seyyid Nesîmî ise musarra tuyuğları ile tanınır.

Nazım Birimi Dörtlük Olanlar:


ŞarkıMurabbadan çıkmış,
dörtlü bendlerden oluşan nazım şeklidir. Halk edebiyatındaki türkü
türünün klâsik şiirdeki aksi gibidir. En az 3, en çok 5 bend olurlar.
Kafiyeleniş şekilleri arasında bazı farklılıklar görülür.
aaaa-bbba-ccca şeklinde kafiyelendiği gibi abab-baba-ccca-ddda-...;
aaxa-bbba-ccca-ddda-...; şeklinde kafiyelenmiş örnekleri de vardır.

Şarkılar bestelenmek üzere yazıldıklarından mûsikî usullerine
kolaylıkla uyabilecek kalıplarla ve özellikle
mef’ûlü/mefâ’îlü/mefâ’îlü/fe’ûlün kalıbıyla yazılırlar.

Şarkılarda her bendin üçüncü mısraına miyan ya da miyan-hâne denir. Söz ve bestenin en etkili yeri bu mısraa denk getirilir.

Edebiyatımızın en güzel şarkı örneklerini Nedîm yazmıştır.

Nazım birimi bend olanlar:
Bunları musammat şekiller başlığı altında toplamak mümkündür.

Musammat
Musammat, en az 4, en çok 10 mısralı bendlerden kurulan nazım şekillerinin genel adıdır. Başlıca çeşitleri şunlardır:
a) Murabba (dörtlü), b) Muhammes (beşli), c) Müseddes (altılı), d)
Müsebba (yedili), e) Müsemmen (sekizli), f) Müaşşer (onlu), g) Terkib-i
bend, terci-i bend. Musammatların her birinin iki çeşidi vardır: a)
Müzdevic (birleşen) musammat: Her bendin son mısraları, ya da son
beyitleri birbiriyle kafiyeli olan musammat biçimidir. b) Mütekerrir
(tekrarlanan) musammat: Her bendin son mısraı, ya da son beyiti hiç
değişmeyerek tekrarlanan musammatlardır.
Klâsik Türk edebiyatında en çok kullanılan musammat çeşitleri murabba, muhammes, terkib-i ve terci-i bend’dir.

Murabba
Dörder mısralık beyitlerle kurulan nazım şeklidir. En az 3, en çok 7
bend olur. Murabbalarda ilk bend kendi arasında kafiyeli, diğer
bendlerin ilk üç mısraı kendi arasında, son mısraı ise birinci bend ile
kafiyelidir. aaaa-bbba-ccca-..... Bu tip kafiyeli murabbalara müzdeviç
murabba denir. Bütün şiir boyunca bendlerin dördüncü mısralarının aynen
tekrar edildiği murabbalar da vardır. Bunlara ise mütekerrir murabba
adı verilir. Kafiye düzenleri: aaan-bbbn-cccn... şeklindedir.
Bu nazım şekli her konu için kullanılabilir.

Muhammes
Beşer mısralık bendlerle kurulan nazım şeklidir. En az 4, en çok 7 bend olurlar.
iki çeşidi vardır.Birinci bendin mısraları kendi aralarında, diğer
bendlerin ilk dört mısraı, hepsi ayrı ayrı kendi içinde, beşinci
mısraları da birinci bend ile kafiyeli olan muhammeslere müzdevic
muhammes denir (aaaaa-bbbba-cccca-...). ilk bendin dört ve beşinci ya
da yalnız beşinci mısraının öteki bendlerin sonunda tekrarlanması ile
yapılan muhammeslere de mütekerrir muhammes adı verilir.
(aaaan-bbban-cccan-dddan-...) aaaan-bbban-cccan-...dddan-...)
Bu nazım şekli her konu için kullanılır.

Terkib-i Bend
Aynı vezinde düzenlenen 5 ilâ 10 veya ziyade bendden meydana gelmiş
klasik Türk edebiyatı nazım şeklidir.Her bend en az 5, en çok 10
beyitten meydana gelir. Bunlarda her bend hâne ve vasıta olmak üzere
iki kısımdan oluşur.Bendin son beytine vasıta veya bendiye, ondan
evvelki beyitlerin hepsine birden terkibhâne denir. Kafiye düzeni
şöyledir.Hanelerde ya bütün mısralar birbiriyle kafiyeli, yani musarra
olur: Bu tip terkib-i bendler bir nevi müzdevic musammat’tır. Yahut
gazelde olduğu gibi baştaki beytin mısraları birbiriyle kafiyeli, diğer
beyitlerinm ilk mısraları serbest ikinci mısraları ilk beyit ile
kafiyelidir. Vasıta beyti mutlaka her bendin sonunda değişir ve kendi
mısraları arasında ayrıca kafiyelidir.
1. şekil: aa xa xa xa xa xa bb - cc-xc xc xc xc xc dd
2. şekil: aa aa aa aa aa bb - cc cc cc cc cc dd- ...
Terkib-i bend nazım şekli ile dinî, tasavvufî, felsefî ve toplumla
ilgili düşünceler, zamanın kötülüğünden yakınmalar, talihten ve
hayattan şikâyetler dile getirilir. Mersiyeler genellikle bu nazım
şekli ile yazılır.

Terci-i Bend

Terkib-i bend gibi 5 ilâ 10 beyitlik bendlerden kurulan, klâsik Türk
edebiyatı nazım şeklidir. Terci-i bendde her bend terci’hâne ve vasıta
olmak üzere ikiye ayrılır. Her bendin sonunda aynen tekrarlanan beyte
vasıta, vasıtaların üstündeki beyitlerin hepsine birden terci’nâme
denir. Terci-i bendlerin kafiye düzeni şöyledir:
1. şekil: aa aa aa aa aa bn-cc cc cc cc cc bn-..... (Bu şekil bir çeşit mütekerrir musammattır).
2. şekil: aa xa xa xa xa xa bn - cc xc xc xc xc bn-...
Terci-i bendin kafiyeleniş şekli terkib-i bendde olduğu gibidir.
Aralarındaki fark vâsıta beytinin terci-i bendlerde aynen
tekrarlanmasıdır.
Terci-i bendlerde çoğunlukla Allah’ın varlığı ve kudreti, kâinatın
sonsuzluğu, insanın bu kudret ve sonsuzluk karşısındaki durumu ve
hayattaki zıtlıklar gibi konular işlenir.

Mısra
Klâsik Türk şiirinde tek başına bir mısra da nazım birimi, hatta başlı
başına bir nazım şeklidir.Mısra, en küçük nazım parçasıdır. Ancak bir
şiirin parçası durumunda olmayıp tek başına yazıldığı durumlarda en
küçük nazım şekli olarak kabul edilir. Bu şekilde kaleme alınmış, başlı
başına bir mana ifade eden mısralara mısra-ı âzâde (bağımsız mısra)
denir.
ister bir şiirin parçası olsun, ister olmasın, mana bakımından ustaca
söylenmiş mısralara mısra-ı berceste denir. Mısra-ı berceste olabilecek
bir mısra söyleyebilmenin önemini Koca Ragıb Paşa’nın:
Eğer maksûd eserse mısrâ-ı berceste kâfîdir
mısraı belirtir. Buradan, klâsik Türk edebiyatında asıl verilmek istenen eserin mısra-ı berceste olduğu manası çıkarılabilir.
Mısralar, mürettep divanlarda müfredat bölümünde yer alırlar.

Vezin
Klâsik Türk şiiri Arap ve Fars edebiyatlarında olduğu gibi aruz vezni
üzerine kurulmuştur. Osmanlı dönemi şiirinin son zamanlarındaki bazı
denemeler dışında aruz, bu şiirin tek veznidir. Aruz vezni Araplara ait
bir ölçü olduğu hâlde Türkler bunu iranlılardan almıştır. O dönem şiiri
bütün varlığını, gücünü, başarısını bu vezinle göstermiştir. Şiir dili
olarak Türkçe gelişmesini bu vezinle ortaya koymuştur. Denebilir ki,
bünyesine aldığı Arapça ve Farsça kelimeleri de bu vezin yolu ile kabul
etmiştir. Türkçe bu şiir ile olgun bir mûsikîye ulaşmış, mükemmel bir
ahenk ortaya koymuştur.

Türk şairleri aruzun Arapların ve iranlıların kullandığı her vezni
şiirlerine ölçü olarak almamışlar, kendi zevklerine göre bir seçme
yapmışlardır. Bu bakımdan bir nevi Türk aruzu da oluşmuştur denilebilir.

Türk şiirinde aruz vezni ilk defa 1070 yılında yazılan Kutadgu Bilig’de
görülür. Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalarda aynı dönem eseri
Dîvânü Lûgat-it Türk’teki nazım parçalarının bazılarının da aruzla
yazılmış olduğu anlaşılmıştır.

ilk devrelerde şairler, aruz veznini Türkçenin bünyesine uygulamada
zorlanmışlardır. Ancak özellikle XVI. yüzyıldan itibaren aruz ile
Türkçe, bir uyum içinde mükemmel şiir örnekleri vermişlerdir.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk şiiri batı etkisi ile
yeni bir safhaya girdi. Yüzyıllar boyu ihmal edilen hece veznine karşı
ilgi arttı. Bu ilgi kısa zamanda aruzun aleyhine bir akım hâlini aldı.
Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekildiği sırada hece, aruzun yerini
büyük ölçüde almış ve şiirde hâkimiyetini kurmaya başlamıştı.

Sanat Anlayışı ve Estetik Olgu
Klâsik Türk şiirinin kendine özgü bir sanat anlayışı ve estetik
ölçüleri vardır. Şairler duygu ve düşüncelerini, dünyayı kavrayış ve
değerlendirişlerini bu ölçüler içinde ifadelendirirler. Bu
ifadelendirme belirli ve sınırlı benzetme ve imajlar ve bu imajlar
etrafında teşekkül etmiş mazmunlar çerçevesinde olur.Mazmun kadrosu her
şaire göre ayrı ayrı değil, hemen her şair ve bütün zamanlar için
aynıdır, değişmez. Klâsik Türk şiirinin esasını mazmunlar oluşturur.
Mazmun kalıplaşmış söz olmaktan çok, ifadedeki düz anlamın arkasında
yer alan gizli anlamı veren bir sistemin adıdır. Görülen anlamdan ayrı
ikinci bir anlam boyutu vardır. Bu sistem bütün hâlinde yürür. Şairin
ele alacağı bir unsuru tavsif eden bir kelime beraberinde bütün bir
kadroyu getirir. Bu kadro önceden bellidir. Göz deyince, câdû, mest,
katil, âhû; dudak deyince gonca, mim, nokta, cevher, hokka, yahut mey,
sır; saç deyince misk amber, sümbül, zincir, kement, ejder, perişan
kelimeleri şekle, renge anlama dayalı kelimeler olarak kendiliğinden
ortaya gelir. Şair bu dar ve belli dünya içinde başarılı olmak
durumundadır. Bu kadroda değişiklik yapamaz.

Klâsik şairler şiirlerinde sadece düz anlamı olan, okununca birden
kavranan bir dünyayı vermezler. Onlar iç içe girmiş, birinden diğerine
geçilen, iki, üç, hatta daha çok tabakadan oluşan bir anlam zenginliği
ile şiirlerindeki dünyayı kurarlar.

Bunu da mazmunlarla sağlarlar. Mazmunların bu anlamlarından başka bir
de birbirine bağlı, iç içe geçmiş, birbirini açan saklı anlamları
vardır. Ancak her mazmun için bunu söyleyemeyiz. Bazen bu gizli dünya
kendisini kolayca ele verir. Klâsik şiirde hüner bunlarla ölçülür.
Mazunlardaki bu gizli anlamı çözebilmek onunla temasa gelebilmek için
klâsik şiirimizin imaj sistemini iyi kavramış olmak gerekir. Bu sistemi
bilmeyenler klâsik şiirimizin kendi içinde kapalı bir dünyayı dile
getirdiğini, yaşanılan hayatla hiç ilgili olmadığını söylerler. Bu
kanaat doğru değildir. Mazmun dünyasının tam bir kategorik araştırması
yapılmamışsa da, bu dünyanın arkasında nasıl yoğun ve canlı bir hayatın
var olduğunu son dönemde yapılan araştırmalar ortaya koymaktadır. Bu
araştırmalar klâsik Türk şiirinde günlük hayat yoktur, bu edebiyat
yaşanılan hayatın dışındadır, gibi peşin hükümlerin haksız olduğunu
gösteriyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://vatantr.yetkin-forum.com
S€D@T
Yönetici
Yönetici
S€D@T


Mesaj Sayısı : 317
Zodyak Kova
çin astrolojisi Yavru Köpek
Doğum tarihi : 22/01/96
Kayıt tarihi : 13/04/09
Yaş : 28
Nerden : İstanbul

10.sınıf bütün konuları özetleridir Empty
MesajKonu: Geri: 10.sınıf bütün konuları özetleridir   10.sınıf bütün konuları özetleridir Icon_minitimePaz 20 Ara. 2009, 18:12

HALK HİKAYELERİDestanların
zaman içinde değişime uğramış biçimleri sayabileceğimiz halk hikâyeleri
gerçeğe daha yakın olmaları bakımından destandan ayrılırlar.
Anonimdirler.

Halk hikâyelerinde şiirle düzyazı iç içedir. Halk hikâyeleri konuları yönünden iki grupta incelenebilir.

Tek olay çevresinde gelişen halk hikayeleri olduğu gibi, kişi ve olay
sayısı çok halk hikayeleri de vardır. Bu hikayeler âşıklar ve yaşlılar
tarafından anlatılır.


Halk hikayeleri konularına göre dört çeşittir:

•Aşk Hikayeleri: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin,
Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip
Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif ile Mahmut...
•Dini-Tarihi Halk Hikayeleri: Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili diğer hikayeler...
•Kahramanlık Hikayeleri: Köroğlu Hikayesi
•Destanî Halk Hikâyeleri: Dede Korkut Hikayeleri
*Halk hikayeleri, destan ile roman arasındaki aşamanın ürünüdür.


*Destan geleneğinden Halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünü Dede Korkut
Hikayeleri’dir. Bu nedenle Dede Korkut Hikayeleri özel bir önem taşır.


Dede Korkut Hikayelerinin en önemli özellikleri şunlardır:

◦Asıl adı “Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan” şeklindedir.
◦12. 13. ve 14. yy.da Doğu Anadolu’da ve Azerbeycan’da yaşayan müslüman
Oğuz boylarının geleneklerini, göreneklerini, iç mücadelelerini, doğa
üstü güçlerle, yaratıklarla savaşmalarını ele alır.
◦14. ve 15. yy.da yazıya geçirilmiştir. Bu konudaki yaygın kanaat
hikayelerin 14.yy.’da yazıya geçirildiği şeklindedir. Hikayelerin kimin
tarafından yazıya geçirildiği bilinmemektedir.
◦Toplam on iki hikayeden oluşur.
◦Şiir ve düzyazı (nazım-nesir) karışık oluşturulmuştur.
◦Hikayelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür.
◦Çok temiz, güzel ve zengin bir kullanılmıştır.
◦Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder.
◦Hikayelerde en önemli meziyet kahramanlıktır.
◦Aileye, çoğalmaya, kadına, çocuğa ve çocuk terbiyesine büyük önem
verilir. Kadınların ailenin en önemli unsuru olduğu vurgulanır.
Önsözünde dört ayrı tadın tipi çizilir.
◦Bütün hikayelerde dini unsurlar (namaz kılma, dua etme, arı sudan abdest alma) görülür.
◦Kahramanlar dövüşlerini, Allah ve peygamber sevgisi için yapar.
◦Türk milletinin karakteristik özellikleri; doğruluk, adelet, güzellik yüceltilir.
◦Misafirperverlik ve cömertlik insanların ortak özelliğidir.
◦At, ağaç, su, yeşillik kısaca tabiat çok sevilir.
◦Kahramanların en büyük yardımcısı atlardır.
◦Kadınlar, eşlerine karşı aşırı saygılı ve itaatkârdır. Eşler de kadınlarına önem verir, iyi davranır.
◦Hikâyelerde, birçok öğüt vardır. Bu nedenle bu hikayeler didaktiktir.
◦Hikayelerde yaşanan olayların tarihi bilgilerle ilgisi vardır.
◦Hikayelerde geçen ve hikayeler adını veren Dede Korkut; yaşlı,
herkesin saygı gösterdiği, hakanların bile akıl danıştığı, çocuklara
isim koyan, eğlencelerde kopuz çalıp şiirler söyleyen, kırgınlıkları
gidermede aracılık eden kişidir.
EFSANELER
Eskiden beri söylenegelen, olağanüstü kişi ve olaylardan söz eden,
konuşma diliyle oluşturulan, üslup kaygısından uzak, hayali öykülerdir.

Efsaneler kimi yönlerden destan ve masalı andırır. Masallar iyi bir
sonla bitmesine rağmen, efsanede böyle bir durum söz konusu değildir.
Efsaneler bir inanış konusudur. Narlıgöl Efsanesi, Ağlayan Kaya
Efsanesi...



MASALLAR
Olağanüstü olay ve kişilere yer veren, çoğu kez bir eğitim amacı güden
hayali öykülere masal denir. Masallarda yer ve zaman kavramı yoktur.
Bunlar toplumun beğenisini, düşünüş biçimini, geleneklerini kuşaktan
kuşağa aktarırlar. Toplumun beğenisini, düşünüş tarzını, geleneklerini,
dünya görüşünü kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktaran ürünlerdir.
Çoğunluğu olağanüstü olaylarla doludur. Kafdağı gibi olağanüstü coğrafi
unsurlar; dev, yedi başlı canavar, ev büyüklüğünde kuş gibi olağanüstü
yaratıklar vardır. Masallarda yer ve zaman kavramı belli değildir.
Masalların anlatımında genellikle –miş’li geçmiş zaman kipi kullanılır.
Söyleyeni bilinmeyen bu ürünler, kulaktan kulağa günümüze kadar
gelmiştir. Masallarda iyilik, doğruluk, yardımlaşma öğütlenir. Bu
nedenle masalla, didaktik eserlerdir. Masalların özellikle başında,
bazen de ortasında ve sonunda tekerleme denilen kafiyeli sözle
kullanılır. Türk masallarının sonunda, genellikle iyiler
ödüllendirilir. Kırk gün, kırk gece düğün yapılır. Kötüler ise ya kırk
katır ya da kırk satır cezasına çarptırılır.

Sözlü gelenekte gelişen masallar, sonradan kitap haline getirilmiştir.
Türk Edebiyatı’nda masal derleme konusunda en ciddi çalışmayı yapan
Eflatun Cem Güney’dir. Masallardan etkilenerek günümüzde çocuk
hikâyeleri doğmuştur.


ORTA OYUNU
Halkın ortasında apaçık duran bir meydanda; metinsiz, suflörsüz, ezbersiz oynanan bir tiyatrodur.


Başka bir ifadeyle seyircilerle çevrilmiş bir alanda, yazılı bir metne
bağlı kalmadan ve doğaçlama (tuluat) yoluyla oynanan bir oyundur.
Pişekar ve Kavuklu oyunun temel kişileridir.

Pişekâr cinasçılık, Kavuklu ise tekerlemecilik yapar.
Çelebi, Zenne, Denyo, Arnavut, Acem, Arap, Yahudi gibi tipler kendilerini simgeleyen bir müzikle sahneye çıkar.

Not: Balama nedir?
Türk gölge oyunu'nda, Matiz, Külhanbey tarafından yabancı ülke tipleri;
ortaoyunu'nda ise Rum için kullanılan Çingeneceden bozma sözcük.

Orta oyunu halkın ortak malıdır. Oyunların güldürme unsurları;
karşılıklı konuşmalardaki söz oyunları, hazır cevaplılık, yanlış
anlamalar ve yöresel konuşmaların taklitleridir.

Oyunda Karagöz ile Kavuklu’nun; Pişekâr ile Hacivat’ın bütün
özellikleri aynıdır. Karagöz ile Ortaoyunun farkı ise, Karagöz’ün
perdede, Orta Oyun’un meydanda oynanmasıdır. Yani Orta Oyunu canlı
kişilerle oynanırken Karagöz’de tasvirlerin gölgesi oynatılır.

MEDDAH
Bir sözlü tiyatro ürünüolan meddahlık, kısaca, "tek adamlı tiyatro"dur.
• Meddah, tiyatronun bütün karakterlerini kendi kişiliğinde birleştiren bir aktördür.
• Bir hikâyeyi başından sonuna kadar, yüksekçe bir yerde, karakterleri şivelerine göre konuşturarak anlatır.
• Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bulunmayan bu tiyatroda her şey,
meddah denen kişinin zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki hünerine
bağlıdır.

KARAGÖZ
Taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanan, iki boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılan gölge oyunudur,
• Başkarakterler Karagöz ve Hacivat'tır.
• Karagöz, okumamış bir insandır. Hacivat'ın kullandığı yabancı
sözcükleri anlamaz ya da anlamaz görünüp onlara yanlış anlamlar
yükleyerek ortaya çeşitli nükteler çıkarırken bir taraftan da Türkçe
dil kuralları ile yabancı sözcükler kullanan Hacivat ile alay eder.
• Hacivat, kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutar. Az buçuk
okumuşluğundan dolayı yabancı sözcüklerle konuşmayı sever. Perdeye
gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine aracılık eder.
• Zenne, Çelebi, Tuzsuz **** Bekir, Beberuhi, Tiryakı, Acem. Laz. Matiz, Zeybek gibi diğer tipler oyuna ayrı bir renk katar.

ANONİM HALK EDEBİYATI NAZIM (ŞİİR) BİÇİMLERİ
TÜRKÜ (Detaylı bilgi için tıklayınız! )Daima bir ezgiyle söylenen,
düzenleyicisi bilinmeyen ya da unutulmuş olan, değişik konulardan söz
eden, genelde hecenin 11’li kalıbıyla oluşturulan şiirlerdir. Türküler
besteli şiirlerdir.

UYARI: Daima bir ezgi ile söylenen "ninni" ve
"ağıt" türleri de türkü kapsamındadır. Yani ninniler ve ağıtlar
bağımsız bir nazım biçimi değil, türkü biçiminin türleridir. Bunlar da
anonim ürünlerdir. Ancak koşma biçimindeki kimi ağıtların söyleyenleri
bellidir; onlar da bestelendiklerinde türküleşirler.


* Belli bir ezgiyle söylenir.
* 7,8,11,14 ‘li ölçülerle söylenir.
* Hemen her konuda söylenir.
* Bölgesel özellik ve ad değişikliğine uğrayabilir.

MANİ
Anonimdir. Sevgi, tabiat, övgü, yergi, evlât sevgisi, ayrılık, hasret
ve aşk konularını işler. Konu sınırlaması yoktur. aaxa şeklinde
kafiyelenir. Genellikle tek bir dörtlükten oluşur.
Mani çeşitleri:
Düz Mani: Yedişer heceli dört dizeden oluşur. Kafiyeleri çokluk cinassızdır.
Kesik mani: Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan maniler. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar.
Cinaslı mani: Kesik manilerde eğer kafiye cinaslı ise bunlara cinaslı mani denir.
Yedekli (artık) mani: Düz maninin sonuna aynı
kafiyede iki dize daha eklenerek söylenen maniler. Cinaslı kafiye
kullanılmaz, birinci dizeleri anlamlıdır.
Deyiş: İki kişinin karşılıklı söylediği
manilerdir. Soru yanıt şeklinde düzenlenir. Bir başka kişinin
ağzındanmış gibi aktarıldığı şekilleri de vardır.


* “aaxa” şeklinde kafiyelenir.
* 4+3 şeklinde ölçüsü vardır.
* İlk iki dizesi ayrık yani hazırlık özelliği taşımaktadır. Asıl mesaj üçüncü dizede verilir.
* Her konuda söylenebilir.
* Düz, cinaslı ve artık mani gibi çeşitleri vardır.

NİNNİ
* Annelerin bebeklerini uyutmak amacıyla belli bir ezgi ile söylediği parçalardır.
* Çocukların psikolojisi üzerinde etkilidir
* Manzum özelliktedirler.

AĞIT

Sevilen bir kişinin ölümünden duyulan acıyı dile getiren ve her zaman
bir ezgiyle söylenen şiirlerdir. Ağıtlar aslında bir türkü çeşididir.
Dörtlüklerden oluşur. 11’li hece ölçüsüyle söylenir. Genellikle uzun
hava ve kırık hava denilen ezgilerle terennüm edilir.

• Koşmanın bir çeşidi olan ağıtla karıştırılmamalıdır. Âşık Edebiyatı’ndaki ağıtın söyleyeni bellidir.
• İslamiyet öncesi Türk edebiyatındaki karşılığı "sagu", Divan edebiyatındaki karşılığı ise "mersiye'dir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://vatantr.yetkin-forum.com
S€D@T
Yönetici
Yönetici
S€D@T


Mesaj Sayısı : 317
Zodyak Kova
çin astrolojisi Yavru Köpek
Doğum tarihi : 22/01/96
Kayıt tarihi : 13/04/09
Yaş : 28
Nerden : İstanbul

10.sınıf bütün konuları özetleridir Empty
MesajKonu: Geri: 10.sınıf bütün konuları özetleridir   10.sınıf bütün konuları özetleridir Icon_minitimePaz 20 Ara. 2009, 18:12

Âşık Edebiyatı Özellikleri:
1) Aşık veya ozan denilen kişilerin, saz eşliğinde söyledikleri şiirlerden oluşur.
2) Genelde sözlü olmasına rağmen şairler, şiirlerini “cönk” dedikleri defterlerde toplamışlardır.
3) Şairler, sazlarını omuzlarına alarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır.
4) Şiirlerde anlatım içten, canlı ve yalındır.
5) Şairler, halkın içinden çıktığından halk dilini kullanmışlardır. Bu
sade dil 18. ve 19. yüzyıllarda bazı şairler tarafından Divan
Edebiyatı’nın etkisinde kalmasıyla eski arılığını kaybetmiştir.
6) Nazım birimi dörtlüktür.
7) Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
Gözlük Hece ölçüsünün 7’li, 8’li ve 11’li kalıplarına ağırlık verilmiştir.
9) Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik,
toplumun sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler
konu olarak işlenmiştir.
10) Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı veya mahlası geçer.
11) Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir.
Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b
, ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır.
12) Genellikle yarım ve cinaslı kafiye kullanılmıştır.
13) Benzetme (teşbih) ve kişileştirme (teşhis) dışında edebi sanatlara fazla yer verilmemiştir.
14) Bazı ürünlerde yöresel özellikler görülür.
15) Şiirler genellikle hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi söylenir.
16) Divan Edebiyatı’nda görülün kalıplaşmış benzetmeler (mazmun) Halk
Edebiyatı’nda da vardır. Buna göre sevgili anlatılırken yeşil başlı
ördek, inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma
saç, selvi boy gibi benzetmeler kullanılmıştır.
17) Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir
edebiyattır. Halk Edebiyatı’nda ise şair gördüğünü, yaşadığını anlatır.
Bu nedenle Aşık Edebiyatı, somut bir edebiyattır. Ayrıca Divan
Edebiyatı’nda sevgilinin tipi çizilir, adı söylenmez. Halk
Edebiyatı’nda ise sevgilinin adı (Elif, Ayşe...) vardır.
18) Şiirler, işlenen konulara göre “koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt” gibi adlar alır.
19) Aşık Edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır.

Âşık Edebiyatı’nın yüzyıllara göre en önemli temsilcileri şunlardır:

16. yüzyıl: Köroğlu, Kul Mehmet, Aşık Garip, Aşık Kerem
17.yüzyıl: Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Aşık Ömer, Kuloğlu, Ercişli Emrah
18.yüzyıl: Gevheri
19.yüzyıl: Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Seyrani, Ruhsati
20.yüzyıl: Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Reyhanî, Âşık Şeref Taşlıova.

NOT: 19. yüzyıl halk şairlerinden Dadaloğlu, Divan şiirinden
etkilenmemiş, böylece aynı yüzyıldaki halk şairlerinden ayrı yol
izlemiştir.

Aşık Edebiyatı Nazım Şekilleri
Koşma
Âşık Edebiyatı’nın en sevilen ve en yaygın olarak kullanılan şiir biçimidir. Koşmalar genellikle lirik konularda söylenir.

Dörder mısralık bölümlerden oluşur. Dörtlük sayısı genelde üç ile beş
arasında değişir. Altı dörtlükten oluşan koşmalar da vardır. 11’li hece
ölçüsüyle (6+5 ya da 4+4+3 duraklı olarak) yazılır/söylenir. 4+3 ve 4+4
kalıbıyla söylenmiş koşmalar da vardır.

Sözlü Türk Edebiyatın’daki koşuk nazım şeklinin devamı niteliğindedir.
Koşmalarda değişik kafiye örgüleri kullanılır. En yaygın kafiye örgüsü:
abab cccb dddb cccb ... veya; aaab cccb dddb... veya; xaxa bbbc ccca
ddda... şeklindedir. Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer.
Koşmalar konu yönünden Divan Edebiyatı’ndaki Gazel ve şarkı’ya benzer.
Türk Edebiyatı’nın tanınmış koşma şairleri Karacoğlan, Bayburtlu Zihni,
Aşık Ömer ve Erzurumlu Emrah’tır.

Genellikle saz eşliğinde, ezgiyle söylenen koşmalar, ezginin niteliğine
göre “Acemi koşması, Ankara koşması, topal koşma, kesik kerem” gibi
türlere ayrılır.

Aşk ve doğa konularının yanı sıra, ayrılık, özlem, yalnızlık, gurbet, sıla, ölüm gibi temaları işler.

Koşmalar konularına göre dört çeşittir:
a) Güzelleme: İnsan, hayvan ve tabiat güzelliklerinin anlatıldığı koşmalara denir. En ünlü şairi Karacaoğlan (17. yy) dır.

b) Koçaklama: Yiğitçe bir anlatımla
söylenen, kahramanlık ve savaş konulu koşmalardır. Bu türün en başarılı
sanatçıları Köroğlu (16. yy) ve Dadaloğlu (19.yy)'dur.

c) Taşlama: Toplumun ve insanların eksik
yönlerinin ele alınarak, bunların eleştirildiği koşmalardır. Aynı
konunun işlendiği şiirler Divan Edebiyatı’nda hiciv, Batı edebiyatında
satir, çağdaş edebiyatta yergi olarak adlandırılır. Bu türün ünlü ozanı
Seyrani (19. yy)'dir.

d) Ağıt: **üm ve doğal afetler üzerine
özel bir ezgiyle söylenen koşmalardır. **üm konulu şiirlere Sözlü Türk
Edebiyatı’nda Sagu, Divan Edebiyatı’nda Mersiye adı verilir.



Semai
Semai, "işitilerek öğrenilen şiir" demektir.
Âşık edebiyatının kimi yönlerden koşmaya benzeyen bir nazım biçimidir.

Semainin başlıca özellikleri şunlardır:
8'li hece ölçüsüyle söylenir. Koşma gibi 3-6 dörtlükten oluşur. Halk
şiirinde aruzla söylenmiş semailer varsa da bunlar Divan şiirine özenen
kimi ozanlar tarafından söylenmiştir.
Uyak düzeni koşmaya benzer. Koşmada işlenen temalar ve konular semaide de işlenir. Söyleyenleri bellidir.
Semainin de güzelleme, koçaklama, taşlama... gibi türleri vardır.

Genellikle aşk ve doğa konusu işlenir. Kafiye düzeni ve dörtlük sayısı
bakımından Koşmaya benzer; fakat semailerde 8’li hece ölçüsü
kullanılır. Ayrıca semailerin kendine özgü bir de ezgisi vardır.
Karacoğlan’ın semaileri ünlüdür.

ÖRNEK SEMAİ: Karacaoğlan
ELİF

İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
**** gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye

Elif’in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye

Elif kaşlarını çatar
Gamzesi bağrıma batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye

Evlerinin önü çardak
Elif’in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye

Karac’oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye


VarsağıGüneydoğu Anadolu'da yaşayan Varsak boyu ozanlarınca söylenen şiirlere varsağı denilmiştir.

Çok yaygın olmayan bir nazım biçimidir, ölçüsü ve uyak düzeni semai
gibidir. (8'li ölçü, abab / cccb / dddb...) özel bir ezgisi vardır.

Genellikle 3-5 dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısı daha fazla da
olabilir. Koşma ve semaide işlenen konu ve temalar varsağıda da
işlenir. Müziğinde ve sözlerinde meydan okuyan, babacan, erkekçe,
yiğitçe bir hava duyulur. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre” “hey”
“behey” gibi ünlemlerle sağlanır. Hayattan ve talihten şikayet üzerinde
sık sık durulur. Bu türün en güzel örneklerini Karacaoğlan vermiştir.

ÖRNEK VARSAĞI: Karacaoğlan
VARSAĞI

Bre ağalar bre beyler
**meden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Dolmadan bir dem sürelim

Amen hey Allahım aman
Ne aman bilir ne zaman
Üstümüzde çayır çemen
Bitmeden bir dem sürelim

Bana felek derler felek
Ne aman bilir ne dilek
Âhir ömrümüze helâk
Etmeden bir dem sürelim

Karacaoğlan der cânân
Güzelim sözüme inan
Bu ayrılık bize heman
Ermeden bir dem sürelim

Destan
Âşık edebiyatındaki destanı, ulusların başından geçen kahramanlık
olaylarını anlatan destan (epope) ile karıştırmamalıdır. Âşık
edebiyatındaki destanlar, toplumu yakından ilgilendiren savaş,
ayaklanma, eşkıyalık, kıtlık, deprem, yangın gibi olaylar; toplumsal
yergiler; cimrilik, dalkavukluk, mirasyedilik... gibi gülünç hayat
olayları üzerinde durur.


Destanların diğer özellikleri şunlardır:
-Duygusal öğelere hemen hiç yer verilmez.
-11'li ya da 8'li hece kalıbıyla söylenir. Dörtlüklerle oluşur.
-Uyak düzeni koşmaya benzer. Konusu ve uzunluğu bakımından koşmadan ayrılır.
-Halk şiirinin en uzun nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı
yüzden fazladır. Dörtlük sayısı konunun özelliğine bağlıdır.
-Kendine özgü bir ezgisi vardır
-Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
-Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık,
ünlü kişilerin yaşamları, mizahi....gibi gruplandırabiliriz.
-Seyranî ve Âşık Ömer bu alanda ünlüdür. Kayıkçı Kul Mustafa’nın Genç Osman Destanı ‘’en ünlüsüdür’’.

Aruz **çüsüyle Yazılan Halk Şiiri Nazım Biçimleri

Halk şiirinde aruz ölçüsüyle düzenlenmiş şiirler de vardır. Bunlar
Divan edebiyatının Halk edebiyatına etkisiyle oluşmuştur. Halk
edebiyatında özel bir adla anılan ve aruzla oluşturulan bu yoldaki
nazım biçimleri şunlardır:

-Divan (Divani)
-Selis
-Semai (Hece ile yazılanların yanında aruzla yazılan semailer de vardır.)
-Kalenderi
-Satranç
-Vezn-i âhar

Divan (Divanî)
Aruz ölçeğinin "Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün" kalıbıyla
düzenlenir. Ayaklı(yedekli) divan biçimi de vardır; divanın gazel
biçiminde düzenlenmiş olanlarında her dizenin altına Fâilatün Fâilün
parçasının eklenmesiyle oluşur.

Mehmet Fuat Köprülü,
divanların hece ölçüsünün 8+8 kalıbına uyduğunu bildirmektedir.
Divanlar ya gazel ya da murabba, muhammes, müseddes biçimlerinde olur.
Musammat divanlarda vardır.

Dörtlüklerden oluşan divanların kafiye şeması şöyledir: aaba- ccca- ççça…

Bu şema, ilk dörtlüğün uyak durumuna göre değişebilir

Aaaa-bbba-ççça
Abab-cccb-çççb
Aaab-cccb-çççb

Divanın bir de ayaklı divan ya da yedekli divan adı verilen çeşidi var.

Selis
Halk edebiyatında aruz ölçüsü kullanılarak yazılan şiirlerdir.
Genellikle 19’uncu yüzyıl aşıkları tarafından kullanılan selisin en
fazla yazılan tipi gazeldir. Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan
selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.

Selis, aruzun " fe'ilâtün(fâilâtün) fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün"
kalıbıyla yazılan gazellere denir. Murabba, muhammes, müseddes
biçimiyle yazılmış selisler de vardır. Uyak düzeni, divan, semai ve
kalenderi de olduğu gibidir.

Semai
Aruz ölçüsünün "Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün" kalıbıyla
yazılır.Bunun da ayaklı(yedekli) biçimi vardır; semainin gazel biçimi
ile düzenlenmiş olanlarında, her dizenin altına Mefâîlün Mefâîlün ya da
Mefâîlün Feûlün parçasının eklenmesiyle oluşur.

Gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde yazılırlar. Uyak
düzenleri, divan ve seliste olduğu gibidir. Semailer, hece ölçüsünün
8+8 kalıbına da uyarlar.

Semailer üç türlüdürler:
1. Gazel, murabba, muhammes, müseddes, biçiminde olanlar
2. Musammat semai: Aruzun aynı kalıbında olan, fakat her beyiti dört parçadan meydana gelen semailerdir.
3. Ayaklı(yedekli) semai

Kalenderî
Halk şairleri tarafından aruzun mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü feûlün
kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire
denir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem
kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır. Kafiye düzeni
divan ve semaî ile aynıdır. Bu tür şiirler 3+4+3+4 veya 7+7 şeklinde
ondört heeceli iken, sonradan yerine aruz vezninin geçtiğini ileri
sürenler vardır.

ÖRNEK KALENDERÎ: Tokatlı Nurî
KALENDERİ


İçtin mi a cânım yine mestâne durursun
Gamzen gibi âşıklara bîgâne durursun
Kimden söz işittin ki celâ hakkına dâir
Böyle güzelim hâtırı vîrâne durursun

Geç şâhım otur başımın üstünde yerin var
El bağlı efendim kime divâne durursun
Bir çift idiniz vuslat-ı devlette geçen gün
Nettin eşini ey peri bir dâne durursun

Sen al ile başımdan alıp aklımı şimdi
Ey rind-i felek-meşreb edibane durursun
**dürmek ise Nûri kulun kasdına böyle
Çek hançeri öldür a paşam ne durursun

Satranç
Aruz ölçeğinin "Müfteilün Müfteilün Müfteilün Müfteilün" kalıbıyla ve musammat gazel biçimiyle düzenlenir.

Satranç, musammat beyitlerinden oluştuğu için her dize iki eşit parçaya
bölünür ve iç uyak bulunur. İç uyaklarına göre uyak şeması şöyledir:
abab-cccb- çççb…

Satranç hece ölçüsünün 8+8 kalıbına da uyar.


Vezn-i âher
Aruz ölçüsünün "Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün" kalıbıyla düzenlenir.

Vezni aherde her dize, ilkle uyaklı, dört esit parçaya bölünmüştür. Bir
bentteki dizelerin her parçası ayrı harfle gösterilirse, bendin şeması
şöyle olur:

Abcç
Bcçd
Cçde
Çdef

Birkaç bentten oluşan bir vezn-i aherin uyaklarının genel şeması,
divan, selis, semai ve kalenderinin aynıdır. Üçlüklerden kurulu vezn-i
aherin genel uyak şeması ise şöyledir: Aab- ccb-ççb…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://vatantr.yetkin-forum.com
 
10.sınıf bütün konuları özetleridir
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» 10. Sınıf Matematik ve Geometri Soru Bankası
» 8. Sınıf Türkçe Sayfa 136- 137 Temaya Hazırlık Sorularının Cevapları
» Tek Tuşla Vistada Bütün Hatalari Düzeltme

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
VatanTr :: Ders Böümü :: Türkçe Genel-
Buraya geçin: